çok keyif aldım seyrederken. eşya, mekan, hatıralar, zaman ile insan ilişkilerine dair orhan pamuk'la ve romanıyla kurgu gerçek iç içe harika bir belgesel film olmuş.
reşat nuri güntekin'in aynı adlı romanından uyarlanmış 1985 yapımı trt dizisi. yedi bölümden oluşuyor, ediz hun ve hulusi kentmen dahil tanıdık birçok oyuncu yer alıyor kadroda. cumhuriyetin kurulmadan hemen önceki ve sonraki iki kuşağı anlatıyor baba kız ilişkisi üzerinden. hem…devamıreşat nuri güntekin'in aynı adlı romanından uyarlanmış 1985 yapımı trt dizisi. yedi bölümden oluşuyor, ediz hun ve hulusi kentmen dahil tanıdık birçok oyuncu yer alıyor kadroda. cumhuriyetin kurulmadan hemen önceki ve sonraki iki kuşağı anlatıyor baba kız ilişkisi üzerinden. hem aile içi bireysel çatışmalar ile özel hayat hem de anadolu'ya giden idealist aydın tipleri baba ve muallim olan kızı ile halkın çatışmasını anlatıyor. baba mürşit'in gençliğinde kaymakam olarak kasabaya gönderildiği yıllar yaşadıklarının yüz sene sonra kurak günler filmiyle bu denli benzerlik göstermesi bu milletin eğitilemezliğini mi kanıtlıyor nedir, bilemedim. ne fakirlik bitti ne de kodaman zorbalığı. köylere dek indi kapitalizm de hukuk üstünlüğü vatandaşlık bilinci inmedi gitti.
yazarı renata salecl olan; sanayi sonrası kapitalizmin dayattığı seçim ideolojisi ile kararsızlık, kaygı, başarısızlık, utanç, suçluluk vs.nin ilişkisini psikanaliz bağlamında sorgulayan metin. önemli yerleri kendimce ve olabildiğince basit üslupta anlatmaya çalıştım: rasyonel seçim teorisi bu teori bir despotluk biçimidir. çünkü…devamıyazarı renata salecl olan; sanayi sonrası kapitalizmin dayattığı seçim ideolojisi ile kararsızlık, kaygı, başarısızlık, utanç, suçluluk vs.nin ilişkisini psikanaliz bağlamında sorgulayan metin. önemli yerleri kendimce ve olabildiğince basit üslupta anlatmaya çalıştım:
rasyonel seçim teorisi
bu teori bir despotluk biçimidir. çünkü hem yanlış argümana dayanıyor hem de insanın kendi kendine işkence etmesine yol açıyor. insanı rasyonel bir varlık olarak tanımlıyor ve şöyle diyor; insan eylemeden önce düşünür, azami kazanç ve asgari maliyet hesabı yapar, en iyisini seçer ve daha iyisi ile değiştirir. kişi kendisi olabilir, kendini yaratabilir, başarılı ve tatmin dolu bir hayat icat edebilir. her daim genç ve sağlıklı kalabilir. seçme özgürlüğüne sahip olduğu için hayatını seçebilir. her şeyden kendisi sorumludur.
gerçekte ise:
*insanın, freud'dan beri kendisinin efendisi olmadığını, bilinçdışı arzu, yasak, dürtü.. birçok başka bilmediğimiz şeylerin seçimlerimizi etkilediğini biliyoruz.. insan bizatihi irrasyonel bir varlık ve rasyonel olmak da zaten irrasyonel oluşumuzu kabul etmek demek.
* burjuva iktisat teorisi; sosyal ilişkileri, bireyselliği kendi kavramları ile anlamaya itiyor: piyasa, kâr, ilgi rezervi, sevgibankası, yatırım, kişi kalitesi, kredisini tüketmek vb. tüm bu sözcükler gündelik dili de tahakküm altına almış, insanın sosyal hayatını teknik hesaba dönüştürmüştür. gayemiz en yüksek hazzı elde etmek, en az acı duymakmış gibi illüzyon yaratmaktadır. oysa insan yaşamı hiç de böyle matematiksel değildir. ve bu baskı kişileri hayattan daha fazla sapmasına yol açıp yabancılaştırarak hasta etmekten öteye varmıyor.
tavsiye kültürü
kapitalizm en ufak bir nesneyi satın alırken, bir yemeği sipariş verirken dahi insanı aşırı bir seçenek bolluğu ile karşı karşıya bırakır. bu da insanda kaygı yaratır. neyi seçeceğim? başkaları neyi nasıl neden seçiyor? benim seçimim hakkında ne düşünecekler? özgürce mi yoksa başkasının manipülasyonu ile mi?
kısaca hiçbir şeye yetişemiyoruz ve her şeyle ilgili yığınla tavsiye verilmeye başlıyor. bu ise insanı daha da strese sokuyor. sınırlıyız, ölümlüyüz ve zamanımız az işlerimiz çok. en doğru olana karar verip işin içinden nasıl çıkacağız?
tüm bu tavsiye terörü insanda kaygı, seçme yükü, yetersizlik yaratıyor. yaşam tercihini tüketim tercihine indirgiyor. neyi satın alırsan osun, tükettiğin kadar varsın, değerlisin, diyor.
kişisel gelişim endüstrisi
seçim ideolojisi kişisel gelişim endüstrisi ile el ele gidiyor. madem ki rasyonel varlıklarız her şey olma olanağına sahibiz o halde kendimizi değiştirip geliştirelim! kendimizin tanrısı olalım..
* kendi kendini yaratma ve en iyi hayata ulaşma bir amerikan rüyasıdır.
" oysaki ne kadar sıkı çalışırsa çalışsın herhangi birinin tenis yıldızı olma şansı çok çok azdır. amerika'da yapılan araştırmalardaki tahminlere göre abd'de 10.000 çocuktan sadece 1 tanesi üniversitede spor bursu alırken, 10.000 çocuktan sadece 6'sı profesyonel sporcu olma şansını yakalıyor." (s.47)
* dini öğretiler temelinde kişisel gelişim: payına düşenle uzlaş.
* hayat sert bir oyun, savaş alanı. en güçlü en kurnaz en stratejik olan hayatta kalır: post darwinizm
* her şeyi olduğu gibi kabullen, her şeyi sev, nasıl algılarsan öyle görürsün: olumlu düşünme ideolojisi
* evrenden istersen sana verecektir: yanıltıcı umutlar
* başarılı hayat başarılı yatırımcı olmaktır.
* kendi kendini iyileştirebilirsin, new age sağlık guruları
tüm bunlar ve nice çoksatan kitaplar, kanallar ıvır zıvırla doludur. hiçbiri de insanın kaygısını yatıştırmaz, vaad ettiği şeyi veremez. kişi ne kadar kendisi olmaya çabalarsa çabalasın başarısızlığa uğrayacaktır. kişinin içindeki benlik algısı kırılgan kompleks bir yapıdır ve kolayca sarsılır.
aşk cinsellik seçimleri
günümüzde çoğu ilişki biçimi takılmak ile sınırlı kalıyor. bağlanma konusunda bir gönülsüzlük. mahremiyetten kaçınma, arzu ve tatminin kısır döngüsü içinde kişileri birer kullanım ve değişim değeri olarak görerek yine kapitalizm terimleri ile algılıyoruz. rekabet, alfa erkeklikler, kaliteli kadınlıklar..
söz yok, beklenti yok, talep yok, aşk ve tutku yok, incinmek acı çekmek yok. yaşadığınız ilişkiden sorumlu olmak ve sonuçlarını üstlenmek yok. tüm bu söylemler ilk bakışta cezbedici görünüyor. fakat bir paradoksu da beraberinde getiriyor. gerçek ve derin bağlardan yoksunluk esnek postfordist kapitalist çağın belirsizliklerine yeni bir belirsizlik daha ekliyor. güvensizliği katmerliyor, kaygı ve suçluluk hissini daha da büyütüyor.
seçim ideolojisi tabii duygusal cinsel ilişkilerde de iş başında:
en mutlu edeni seç : aşk rasyonel seçime en uzak duyguların başında gelir, oysa. kişi aşka düşer ve nedenini bilmez. tutkusunu denetlemekte güçlük çeker, sevmeden duramaz.
" çoğu zaman içimizde farkında olmadığımız bir şeye hitap eden davranışlara, görünüşlere ve acayipliklere aşık oluruz. aşk rasyonel niyetlerimizi altüst edebilen bilinçdışı seçimlerimize fazlasıyla bağlıdır." (s. 71)
bilim ile rasyonalizasyon çabası : hormon kimyaları, ideal olanı, en uygun eşleşmeyi yapabilmek için bin bir türlü uygulama aplikasyonları.. internet flörtünde de yine piyasa mantığı hakim. sanki özelliklerimizi ilgilerimizi listeleyince ve nasıl biri arzu ettiğimize dair sipariş girince karşımıza çıkan kişiye aşık olacakmışız gibi.
" oysa gerçekte insanları bir arada tutan şey rasyonel olarak ifade edilen ilgi alanları değildir." (s.76)
cazibe kanunları: ideal olanı seç, baştan çıkar, arzu uyandır! diye yığınla bok püsür taktikler. hem sosyal medyada hem de kitaplarda insanları dolandırmaya devam ediyor türlü reçetelerle. oysa bunlar da boşuna. aşk pazarında yeterince çabalarsan istediğine ulaşırsın düşleri kişinin özgüvenini daha da yaralıyor. reddedilmek bir tür başarısızlık olarak kabul görüyor.
ve gittikçe pazarlamacılığın bir parçası haline gelen kıskandırmak aşağılamak ve sosyal medyada sunulan en başarılı keyifli hayatı ben seçtim pornografisi...
tüm bunların çekim etkisinden kurtulabilirsek seçme özgürlüğü diye dayatılan her şeyin kaybolmamıza yol açmasına izin vermeden gerçek seçimlerimizi kendi özgül amaçlarımız yolunda işe koşabilir ve gerçekten değişim olanağı yaratabiliriz. sürekli olarak içe kapanıp sonsuza dek kendimizin en iyisi olmak için çabalamak yerine kendimiz ve toplumsal koşullar arasında bir denge kurabilir özleştiri ve toplumsal politik eleştiri mekanizmamızı koşut ve aktif kılabiliriz. toplumsal adaletsizliğe karşı mücadele edebilir, aşkın bizde bilmediğimiz kapasitelerimizi fark edip yeni imkanlar yaratmasından faydalanabiliriz.
yetersizliğimizin her dem bize eşlik edeceğini kabullenip ( en iyi ihtimalle) görece mutlu/ görece mutsuz fakat huzurlu, gerçek bir yaşam sürebiliriz.
Spoiler içeriyor
iki sezonu 1,5x hızda tıkınmalı olarak izledim dün, tam da eğlence sektörünün hak ettiği biçimde. kapitalizm gösteri ve tüketim toplumunun marka şirket güç para peşinde koşarken kendini kaybettiği anlarda acil buton olarak sufiliğe mevleviliğe koşturması. ulan peyami senin neyine dervişlik…devamıiki sezonu 1,5x hızda tıkınmalı olarak izledim dün, tam da eğlence sektörünün hak ettiği biçimde. kapitalizm gösteri ve tüketim toplumunun marka şirket güç para peşinde koşarken kendini kaybettiği anlarda acil buton olarak sufiliğe mevleviliğe koşturması. ulan peyami senin neyine dervişlik götüm? maneviyatı faniliği alçakgönüllü sade benlikten arınmış bir yaşamı git dolaş sonra gel tüm yaratıcılığınla kendi hırsların uğruna podyuma dönüştür. babandan utanmıyorsun diye alkış iste bir de, metalaştırıp vicdanını pazarla.
neyse, birikim dergisi'nin dizi hakkında yazısını görüp okumak istediğim için izlemiştim diziyi sadece, gerçekten iyi bir yazı baştan sona:
"muhafazakâr muktediri rahatsız etmek uğruna kapitalizmin tüketim mekânlarında drug, alkol ve tütün tüketimini maksimize ederken, kadınların toplumsal rolleri bakımından put kırıcı devrimci bir rol üstleniyor gibi gözükse de inanmayın ona. çünkü tüm bu özgürlükler, erkeklerin sınırında bitiyor. öyle ya, bu dünyada esvet, hiç istemese de biricik aşkı yerine dimitri ile evlenip bir yandan ruhsuz biçimde onun altına yatıp onun işini yapmasına izin vermeli, diğer yandan da eski bir sandığın yanışı sayesinde onun babasını öldürmesine yardımcı olmalıdır. cemre ise hiç sormadan ve sorgulamadan peyami’nin istediği yere gitse, onun arabayı ölüme sürmesine yoldaşlık etse ve hatta boğaz’ın serin sularında onu yaşamaya yeniden döndürse de başarılı defile gösterisinin ardından podyuma davet edilmeyi beklememeli ve görevini layıkıyla tamamlamış olmanın verdiği huzurla yeniden zirveye ulaşmış hegemonik erkeği peyami’nin huzurundan çekilmeyi bilmeli. onca yıl satılmış, para uğruna cinsel sömürüye tabi tutulmuş, kaynanasının sürgünü ile evini terk etmiş olan kiraz ise onca yıl çektiği yoksulluk ve yoksunluğu dile getirmeden erkeği mustafa’nın doğum gününde ona hediye edilmeli. ne de olsa o, parayla olmasa da mustafa’ya ait bir mal…
anlaşılan günümüz türkiye’sinde muhafazakâr dünyanın anneliğe mahkûm ettiği kadınlar, seküler burjuvaların dünyasında babaları tarafından iğdiş edilmiş erkekleri toksik erilliğe ulaştırmakla yükümlü."
terzi, osman elbek
kaç gece uyku öncesi epiktetos'tan enkheiridion'u dinledim bilmiyorum. sanırım seslendiren salih gececi'nin ses tonu da epey etkili bunda, terapi gibi geliyor, huzurlu uyuyabiliyorum. bugün bu felsefi ilkeleri - öğütleri bir kez de elime alıp okudum, cengiz çevik çevirisinden. (bana göre)…devamıkaç gece uyku öncesi epiktetos'tan enkheiridion'u dinledim bilmiyorum. sanırım seslendiren salih gececi'nin ses tonu da epey etkili bunda, terapi gibi geliyor, huzurlu uyuyabiliyorum. bugün bu felsefi ilkeleri - öğütleri bir kez de elime alıp okudum, cengiz çevik çevirisinden. (bana göre) ne diyor epiktetos, ondan söz edeceğim:
öncelikle yaşam içinde karşımıza çıkan ve içinde bulunduğumuz haller birer görünümdür. dil ile yargılamak, fikre dönüştürmek için bize ihtiyaç duyan sadece birer veridirler. değerlendirme yapabilmek içinse öncelikle bir ölçüt gerekir. epiktetos'ta kritik olan tam da bu ölçütü olaylara uygulayabilme becerisi.
görünümler:
1. bize bağlı olanlar
2. bize bağlı olmayanlar
bize bağlı olmayan görünümler
neler bize bağlı değildir? bizim eyleme gücümüzle ortaya çıkmayan şeyler. mesela nerede doğduğumuz, ailemiz, maddi durum, boyumuz, cinsiyetimiz, fiziksel özelliklerimiz, birgün ölecek olmamız, toplum içindeki konumumuz, başkalarının bize karşı davranış tarzı, yaptığı kötülük, şiddet, zarar.. bir kazaya uğramak..birinin nefreti veya aşkı.. kısaca engellemeye muktedir olmadığımız ve arzu etsek bile eylemlerimizin gerçekleştirmeye gücünün yetmeyeceği her şey.
şimdi bize bağlı olmayan şeylerle ilk yargım şu olmalı: öznesi ben değilim bu şeylerin. o halde bana bağlı olmayan hiçbir şey bana ait değildir. onlardan ne sorumluyum ne zarar görürüm ne de kıvanç duyup sahiplenebilirim. çünkü eğer bu dış etkenleri bana aitmiş gibi görürsem kendimi kader kurbanı gibi görmem kaçınılmaz. bahtsız sanırım, başkalarına düşmanlık besler, suçlu arar, keder, kaygı ve telaşa boğulurum. veya sebebi ben olmadığım halde boşu boşuna kendimi kahredip suçlayarak enerjimi ziyan ederim.
o halde bize bağlı olmayan hiçbir şeyin bizi ne yozlaştırmasına ne ahlaki ilkelerimizden ödün vermemize ne de öznesi olmadığımız halde övünmemize müsade etmeliyiz. çünkü bunlar istikrarlı değildir, benden kaynaklanmadığı için benim elimde de değildir. geçicidir.
bize bağlı olan görünümler
evet, bizim eylemlerimiz ile oluşan, gelişen, değişen veya sonlanan edimler haliyle bize bağlıdır. neler mi? fikirlerimiz, yargılarımız, ahlaki duyumumuz, sanılarımız, dürtülerimiz, arzularımız. yani duygu ve düşüncelerimize bağlı yaptığımız seçimler.
her halükarda bedeli ne olursa olsun bir şey bana bağlı ise özgürüm ve hiçbir şey beni seçimimden alıkoyamaz. işte özgür olmak isteyen de tam olarak yalnızca kendisine bağlı olan şeyler üzerinde iktidarını kurar ve yalnızca kendisine karşı kendisiyle iş birliği yapar. kendi gölgesiyle mücadele eder.
şimdi bize bağlı olan şeyleri ayırt edebildik diyelim. burada bir ayırma işlemi daha yapmamız gerekiyor:
a. bize ait olan fakat doğal olmayan şeyler
b. bize ait ve doğal olan şeyler
bu ikisinden de bana ait ve doğal olan şeyleri seçmem gerekir.
bize ait ve doğal olan görünümler
doğal olan derken doğanın kendisini ve ölümlü bedenimizin ihtiyaçlarını referans almamız gerektiğini öğütlüyor. yani içinde bulunduğumuz yaşam biçiminin tam tersini. özel mülkiyeti ve sahiplik biçimlerini tamamen sorunsallaştırıyor böyle yaparak. insan kardeşine çocuklarına bile sahiplik ilişkisi kurmamalıdır. hatta gerekirse kendi bedenine bile. zaten epiktetos'un insan tanımı salt ahlaki duyuş olabilme becerisidir. bedenselden duygudan ziyade seçimleri ile kendi edimlerini yaşama sanatını işleyen bir zihindir. doğaya uygunluk aşırıya gösterişe şatafata yani kapitalizmin arzu uyandırdığı her şeye karşıt bir tutum demektir. minimalist bir yaşamdır bir anlamıyla.
evet, özgürlüğün tüm koşulları böylelikle oluşturulmuş oldu. o bende içkin ve onu yalnızca ben var kılıp yok edebilirim.
biraz somut düşünmeyi deneyelim
benim aklıma en yakın örnek frankl'ın toplama kampı deneyimlerini anlattığı insanın anlam arayışı metni geliyor. bunu düşünmek istiyorum çünkü en uç durumlarda stoacı felsefe neler vaad ediyor görelim: frankl insanın neden yaşadığına dair güçlü bir anlamı amacı varsa onun içsel özgürlüğünü elinden kimse alamaz, diyordu. toplama kampında bile kişi kendine saygısını koruyabilir. ki kendi hayatı bunun somut örneği. stoacılığın ilkeli yaşam ahlaki duyuş dediği şey frankl'da anlamlı hayata tekabül ediyor. kampta ağır şartlarda çalıştılar, hasta oldular, makam mevki ün eş çocuklar para hatta adlarını bile geride bırakmak zorunda kaldılar. bu durumda intihar edenler yozlaşanlar kötü birine dönüşenler vs. yerine hala kişi kendisi olmak istiyorsa dışsal olanla kendine ait olanın anlamını iyi ayırt etmek zorundadır. çekeceği acıya katlanma eşiği düzeyi tam da onu değerlendirme biçimi belirleyecektir. bu durumda kişi şunu çok rahat söyleyebilir:
başkaları beni öldürebilir ama yaralayamaz. yaralanmak çünkü ruhsal bir şeydir. ruhum ise bana ait yalnızca ben dokunabilirim.
başka bir örnek de yunan mitolojisinden verelim. mesela elektra olsun veya antigone.. stoacılık apolitik midir? çevremizde olan biten hiçbir şeyi umursamamak mıdır sadece kendiyle mi ilgilenmek demektir? diye kafamı kurcalayan yanları iyice düşünebilmek için bu metinleri seçtim. şimdi elektra babasını öldüren adamdan intikam almayı seçti. antigone de kardeşinin ölüsünü kurda kuşa yem etmek isteyen krala karşı çıkıp ölümü pahasına törenle gömdü ağabeyini. yanlış mı yaptılar? çünkü ikisinin de ne ediminden kaynaklı başlarına gelen ne de herhangi bir suçları var. stoacı olsalardı başlarına gelen bu trajik olayları kardeşleri gibi kabullenip ne yapalım iktidar ile boy ölçüşemeyiz kadın başımızla biz kimiz ki mi demelerini bekleriz?
en dikkat edilmesi gereken noktası bence burası. çok hassas bir denge bu. çünkü epiktetos özgürlük için mal mülk şan şöhret beden arzu dürtü her şeyden insanı azade kılarken ona aslında edimlerinde özgürce davranabileceği bir alan da açıyor. her şeyin uyması gereken temel ilkeyi hiçbir zaman gözardı etmemeliyiz. kendimize ihanet etmemeliyiz yani:
antigone yerine ismene olsaydık itaat etseydik epiktetos ne düşünürdü? muhtemelen şunu: sen sana haksızlık yapana itaat ederek kendini yozlaştırıyorsun. halbuki o senden güçlü bile olsa seni tehdit edeceği hiçbir şeyi yok. niçin köle gibi ona uyuyorsun? neyden korkuyorsun? zengin hayatını kaybetmekten mi? seni öldürmelerinden mi? oysa hem fanisin istemesen de öleceksin hem de mal mülk para için özgürlüğünü satmaya ve mutsuz olmaya değer mi? neyi neyle takas ettiğine dikkat et, diyecektir.
haliyle ben hem antigone'nin hem de elekra'nın üstlerine karşı gelirken mutlak biçimde özgür cesaretli ve ilkelerinden asla ödün vermeyen onurlu ölen kişiler görüyorum. ve saygı duyuyorum onlara. bu durumda stoacılığın apolitik olduğunu iddia etmek de anlamsızlaşıyor.
her şey yalnızca bir denge meselesi.
Spoiler içeriyor
sadece elektra'yı bile bağlamı içinde anlamak için soy ağacına ihtiyaç duyuyor insan. çünkü antik yunanda işlenen ilk suçun kefareti o kişinin hem kendisine hem de soyuna kesilir. elektra'daki trajik olayların başlangıcı ise tantalos'a dayanıyor. tantalos işkencesi olarak sık sık duyduğumuz…devamısadece elektra'yı bile bağlamı içinde anlamak için soy ağacına ihtiyaç duyuyor insan. çünkü antik yunanda işlenen ilk suçun kefareti o kişinin hem kendisine hem de soyuna kesilir. elektra'daki trajik olayların başlangıcı ise tantalos'a dayanıyor. tantalos işkencesi olarak sık sık duyduğumuz bir söylen bu:
tantalos helen tanrılarının sofrasına oturabilen tek fanidir, fakat kendisi anadolu tanrılarına kibele'ye inandığı için onları küçümser ve sınamak ister. bir ziyafet düzenleyerek tanrıları davet eder ve onlara kendi oğlu pelops'u pişirip yedirir. tanrılar buna çok öfkelenerek soyunu lanetler. kendisine de suçu ile doğru orantılı olacak biçimde bir yere bağlar, çenesine dek su dolu bir yere ve uzanınca yetişebilecek meyvelerin yanına. ne ki susayıp acıktığı anda ona çok yakınlaşan yiyecek içecek her seferinde geri çekilecektir.
soya devam edelim: tantalos oğlu pelops'u tanrılara yedirdi, dedik. pelops'un da iki oğlu var atreus ve thyestes. dedeleri tantalos'un yediği boklar yüzünden bu iki kardeş birbirine düşman kesilir. tanrılar böyle ister yani. kavga ederler, thyestes kaçar iki kardeşin birlikte hüküm sürdükleri argos'tan. giderken kardeşinin oğlu pleisthenes'i de kaçırıp götürür. besler büyütür ve oğlanı kendi babasını öldürmeye gönderir, intikam almak için. atreus bu suikasti fark edip oğlanı idam eder ama sonra kendi oğlunu idam etmiş olduğunu öğrenir. heyhat! bu kez intikam sırası kendisinde. gidip thyestes'in iki oğlunu keser ve gel kardeş barışalım der, yeter birbirimize ettiğimiz. thyestes ziyarete gelir, yer içer ve kardeşi der ki sen benim oğlumu bana öldürttün ben de sana kendi oğullarının etini yedirttim, aldım intikamımı. tanrılar bu cinayeti iğrenç bulurlar. bu kadar da olmaz artık gibisinden atreus soyunu iyice bir lanetlerler. evet thyestes'in aigisthos adında bir oğlu daha var. atreus soyundan öcü o alacaktır. artık elektra'ya epey yaklaştık. ( aigisthos üvey babası olacak ileride)
atreus'un iki oğlu olur agamemnon ve menelaos. ikisini de tanıyoruz troya savaşı'ndan. ünlü komutanlar, paris'in kaçırdığı helen de zaten menelaos'un karısıdır. kardeşi agamemnon da haliyle savaşa gidecek onunla birlikte akhalılara karşı. agamemnon kiminle evli? klytaimnestra ile. yani elektra'nın öz ve öz anası. elekra'nın kim olduğunu net biçimde biliyoruz artık. agamemnon'un kızı. onun hikayesi de hiç olmazsa freud'un elektra kompleksi'nden bildiğimiz kadarıyla babaya düşkün kız evlat motifi olacak haliyle.
şimdi, troya savaşı bitti. ama sonunda benim hatırladığım bu agamemnon kardeşler komutanlar truva atı hilesi ile şehri kuşattığında kadın çoluk çocuk demeden herkesi öldürerek tanrıların gazabını yine üzerlerine çekmişlerdi. savaşı kazandılar ama her bir komutan kentine dönerken başına başka başka felaketleri de çağırmış oldu böyle davranarak. olayların bir nedeni de bu, anladığım kadarıyla. ( odysseus da bu yüzden evine on senede ancak dönebilecekti.)
agamemnon evine döner, fakat aigisthos malum babasının öcünü almak istiyor, agamemnon'un eşini baştan çıkarır sevgili olur ve agamemnon'u kendi evinde birlikte öldürürler. ve adam onun mirasına konup onun karısıyla birlikte yaşar. kızı elektra her gün her gün ağlar babasının intikamı için çareler düşünür ve küçük kardeşi orestes'i babasının sadık bir adamı ile saraydan kaçırtır ki büyüyüp dönsün babasının intikamını alsın.
neyse, oğlan büyür döner ve abla kardeş hem annelerini hem de onun aşığı olan aigisthos'u öldürürler ve intikam alınmış olur. orestes de bu cinayet yüzünden kafayı sıyıracak gibi olur ama işte tanrılar neyse oğlan yeterince acı çekti deyip rahat bırakırlar ve böylelikle tüm lanet de son bulur.
bir şey daha, elektra annesiyle tartışıp sen ne biçim annesin, insan hiç kocasına böyle bir şey yapar mı diye dellendiğinde annesi babandan intikam aldım der. o benim canımı çok yaktı. ne yapmıştır peki? hemen troya savaşı'na geri dönelim ve anımsayalım. adamların gemileri bir türlü ilerleyemiyordu, savaşa ilioan'a giderken. ne yaptı ettiler çaresini bulamadılar ve kahine danıştıklarında yolun ancak ve ancak agamemnon kızı ıphigeneia'yı tanrıça artemis'e kurban etmesi gerekmektedir. adam mecbur kalır ve kızını artemis'e kurban eder. karısının kızdığı ve kocasına kinlendiği olay bu. elektra ise yunan tanrıları öyle boş yere bir şey istemeyeceği babasının suçunu hatırlatır: babam cani olduğundan değil birgün vaktiyle artemis'in kutsal korusunda dolaşırken onun geyiklerinden birini boğduğu için bu ceza kendisine kesilmiştir. annesi ise isyan etmeye ve kendini haklı göstermeye devam eder: ne olursa olsun o benim canım evladımı öldürdüyse kendisi de ölmeyi hak ediyor! işte bu kısma bayılıyorum elektra cevabı yapıştırır:
"hangi kanun uğruna? dikkat et, insanlara böyle bir kanun vazetmekle, kendi felaket ve pişmanlığına sebebiyet vermiş olmayasın? çünkü birine karşılık başka birini öldürmeye hakkın varsa, adalet yerine gelsin diye en başta senin ölmen lazım." (s.20)
sophokles, elektra
(çeviren azra erhat)
Spoiler içeriyor
`şu sorular önemli`: oidipus ve kızı antigone neden suçlu olmadıkları halde cezalandırılırlar? bu adaletsizlik değil mi? bu skandala ne anlam vereceğiz? kaldı ki modern birey olarak şu andan bakınca ailelerin suçları yüzünden çocuklar cezalandırılamaz ve kasti olmayan suçların farklı muamele…devamı`şu sorular önemli`: oidipus ve kızı antigone neden suçlu olmadıkları halde cezalandırılırlar? bu adaletsizlik değil mi? bu skandala ne anlam vereceğiz? kaldı ki modern birey olarak şu andan bakınca ailelerin suçları yüzünden çocuklar cezalandırılamaz ve kasti olmayan suçların farklı muamele görmesini bekleriz.
dikkat edilmesi gereken temel mesele yunan kozmoloji geleneğinde bağlamın çok önemli olduğu ve olayların bu bütün daha doğrusu `kozmosun dengesi` içinde anlaşılması gerektiğidir. çünkü biri suç işlediği zaman evrende büyük bir tahribata yol açar ve neredeyse üç nesil boyunca türlü trajik olayları tetikler. düzenin yeniden kurulması zaman alır ve bu arada sonraki nesiller masum olsun olmasın bu bahtsızlığa maruz kalırlar.
`yine pek ikna olmadık`. o halde şunu düşünelim: 1. ve 2. dünya savaşlarında yalnızca suçlular kötüler mi ölmüştür? bir salgında sadece yaşamayı hak etmeyenler mi virüse yakalanıyor? bir trafik kazasında veya.. hayır insan yaşamı tam da birbirine ince ipliklerle bağlı olduğu için her şey herkesi ilgilendiriyor ve herkesin başına olumsuz acı şeyler gelebiliyor. işte antik yunan toplumu da dünyayı bu olduğu haliyle algılıyor ve insanın konumunu tam da bu nedenle trajik buluyor. tanrılar evrenin düzenini ve dengesini korumaya çalışır, dünya bizatihi insanın yaradılışı dolayısıyla sık sık kaosa sürüklenirken.
oidipus'un sonunu kızı ismene bu metinde bir kez daha hatırlatır:
`ismene`:
"sevgili abla, düşün bir kere nasıl utanç
ve nefretin içinde öldüğünü babamızın.
bir günahın peşinden giderken, günahın
kendisinde olduğunu gördü ve kendi elleriyle
oydu iki gözünü. ardından hem anası
hem karısı olan kadın, utanç içinde,
kemerini boynuna dolayarak son verdi hayatına."
`kozmosun dengesini bozan suç neydi?`
oidipus mitinin de evveline bakmamız gerek çünkü kendisi de suçsuz üstelik adil ve iyi birisi. her şey babası laios'un gençliğinde kendisini sarayına alıp yetiştiren pelops'un oğluna aşık olup tecavüz etmeye kalkması ve oğlanın da intihar etmesi yüzünden başlıyor. antik yunan'da biri suç işlediğinde denge nereden bozulup koptuysa ona eşdeğer bir ceza ile birleşip yeniden bütünlenecektir evren. haliyle laios'un cezası da kendi oğluna yani oidipus'a ve hatta onun çocuklarına dek kesilir. antigone metninde buna yine net vurgu yapılır:
`korobaşı`: "babandan miras kalan / bir günahın cezasını ödüyorsun."
oidipus'un dramı başına gelecek olan kehaneti başından öğrenmesine rağmen görememesidir, öğrendiğinde gözlerini kör etmesi tam da bu zihinsel körlüğü ile çakışarak suç ile cezayı orantılı kılar. antigone'ye gelince kimileri onun için patriyarkiye karşı başkaldıran ilk feminist olduğunu veya özel alanı (aileyi) sitenin yasalarına üstün tuttuğunu düşünür:
`antigone`:
"bir ölümlünün emirleri, tanrıların hatasız, /yazıya geçirilmemiş, değişmez yasalarından /önemli olamaz."
`korobaşı`
"dikkafalı bu kız, en az babası kadar! /bilmiyor felaketlerin karşısında boyun eğmeyi."
mit üzerine sayısız yorum yapılabilmekle birlikte yine metni bütünün bağlamı içinde düşünürsek antigone ailesine bağlı kalacaktır, buna hem özgür iradesiyle karar vererek kreon'a karşı çıkar hem de bunun ona biçilen kaderin bir parçası olduğunu farkındadır. onurlu biçimde bunu üstlenmekten kaçmaz. çünkü hakikat şu ki eski bir suç yüzünden soyları lanetlenmiştir.
`antigone`
"toprağın üstündekilerden çok altındakileri memnun / etmeliyim sonsuza dek onlarla kalacağıma göre."
"bırak da bu çılgınlığım yüzünden / başım belaya girsin, onurlu bir ölümle / ölmemek daha çok korkutuyor beni."
`evet, olayları baştan özetlersek`: laios suçu işledi cezası oğlu oidipus'a kesildi. ardından oidipus'un annesinden doğan dört çocuğuna kesildi. iki oğlu babaları ölünce iktidar mücadelesine girişip birbirini öldürdü. ve dayıları kreon tahta vekaleten bakarken onlardan ülkeyi savunanı törenlere uygun biçimde merasimle gömerken öteki kardeşi kurtlara kuşlara yem olsun diye bedenini açıkta bırakmakla cezalandırdı. bu antik yunanda ölüler kutsal olduğu için çok ağır bir aşağılamaydı ve aslında böyle bir yasa çıkarmaya hakkı yoktu kralın. kreon ise bir kez ağzından çıkınca iktidarını berkitmek için sözünden dönmek istemiyordu. antigone ise ölümü pahasına ağabeyinin mezarını yapacaktır. zaten tanrıların yasaları da böyle buyurmaktadır. en kötü suçları işleyenler bile hiç olmazsa şehrin dışına gömülürken kreon yanlış bir karar vermiştir. onu antigone'nin nişanlısı olan oğlu uyarsa da kararını sorgulamaz:
`haimon`
"inatla tek görüşe saplanma öyle, kendini
hep doğru, başkalarını hep hatalı görme.
sadece kendi düşüncelerini doğru bulanlar,
kendilerini akıllı, güzel hatip sananlar
içi boş ve kof çıkarlar yakından bakınca."
oğlunu dinlemeyen babaya bu kez kahin gelecekten haberleri verir, antigone'ye ve ağabeyine muamelesinin bedelini:
`teiresias`
"yukarı dünyadan canlı bir bedeni yer altına
gönderip haksız yere mezara kapatırken,
bir ölüyü yer altı tanrılarından esirgeyerek
hiç saygı göstermeden burada törensiz tutuyorsun.
buna ne senin ne de yukarı dünyanın
tanrılarının hakkı var, yetkilerini aşıyorsun.
bu yüzden, yer altı dünyasının ve tanrıların
erinysleri, sana başkalarına verdiğin acıların benzeri
acılar yaşatmak üzere pusuda bekliyor."
kreon bu kez korkmaya başlar, çünkü kahinin dediği her şey şimdiye dek hep çıkmıştır. kararından vazgeçer, fakat artık çok geçtir. antigone'yi kapattığı zindana gittiğinde onun kendisini astığını görür ve nişanlısı kendisini asınca oğlu da dayanamamış intihar etmiştir bile. ölümler peş peşe gelir, haberciler oğlunun canına kıydığını kreon'un karısına bildirince o da kendini öldürür. kreon yıkılır ve perişan olur. fakat bununla kalsa iyi. thebai şehrinde savaşıp ölen yedi kahramanın oğulları intikam almak için tekrar silahlanıp dönecek ve thebai şehrini yakıp yıkacaklardır. bu tabii başka bir mitin konusu.
`kıssadan hisse`
evet, antik yunan mitleri hem antik yunan felsefesi hem stoacılar hem de nietzsche, spinoza'ya dek etkisini sürdürmüştür: yeryüzünü her şeyiyle kabullenelim, trajedileriyle birlikte -madem ki kaçınılmaz- anın tadını çıkarıp varoluşa evet diyelim. ne demek bu? toplama kamplarına savaşlara adaletsizliklere nasıl pekala şimdiyi yaşayalım diyebiliriz ki? her şeyi nasıl olumlayabiliriz? epiktetos mesela -son zamanlarda neredeyse her gece dinliyorum- ailenizden birisi mi öldü, geldiği yere geri döndü deyip üzülmeyin diyor. bu öğüt bana pek sağlıklı gelmedi açıkçası. zaten antigone veya oidipus'un yerine kendimizi koyunca hiç de bu şekilde bir yaşam anlamı çıkarmak mümkün olmuyor. tüm bunlardan benim anlamak istediğim şey şu:
bu mitler bir anlamıyla `yanlış bir hayat doğru yaşanamaz` önermesini kanıtlıyor. yanlış bir soydu oidipus'unki ve sembolik olarak her ne kadar yirmi yıl ferahlık içinde yönetse de iyi birisi olsa da doğru yaşaması imkansızdı. bu nedenle yaşarken trajik olanı da birlikte var ediyor kendi başımıza örüyoruz. stoacıların kaçınılamaz dediği ve irademizde olmayan şey tam da bu. öte yandan bize bağlı olan şeyler de var: birincisi hayatı olduğu haliyle gerçekten bilgece sevmek ve onun için sorumluluk alıp emek vermek. ikincisi ise yapılması gerekeni yapmak. oidipus tahta çıkana dek ve tahttayken kötülükle mücadele etti, adil oldu, sevdi ve sevildi güzel yaşadı fakat gerçeği öğrenince payına düşen bedeli ödedi. aynı şekilde antigone de. yaşamı hem sevip kabul edip olduğu haliyle hem değiştirmek güzelleştirmek isteyip hem de haksızlık karşısında ölüm pahasına iktidara karşı çıkabilmek kendi onurunu üstlenebilmek o kadar da birbiriyle çelişmiyor. hayat biraz da neşeli yaşamak yeterince direnmek anlamlı bir amaç uğruna çalışmak ve onurlu biçimde ölebilmek becerisi değil mi?
***
`koro`
"ne mutlu hayatında
hiç felaket yaşamayana!
tanrı yuvasını temellerinden
sarstı mı kişinin,
nesiller boyunca belalar
gelir soyunun başına."
(bkz: luc ferry gençler için yunan mitolojisi ) `:çev. murat erşen`
(bkz: sophokles, antigone) `:çev. ari çokona`
Spoiler içeriyor
yönetmeni krzysztof kieslowski olan 1979 yapımı, polonya filmi. sanatçı olmanın bedelini anlatıyor film. sansürle, patronlarla, yapımı üstlenen sermaye ile mücadele eden sanatçı. öte yanda özel hayatı özyaşamı ile sanat arzusu arasında bocalayıp sanat mı yaşamak mı? ikileminden yavaş yavaş sanatsal…devamıyönetmeni krzysztof kieslowski olan 1979 yapımı, polonya filmi.
sanatçı olmanın bedelini anlatıyor film. sansürle, patronlarla, yapımı üstlenen sermaye ile mücadele eden sanatçı. öte yanda özel hayatı özyaşamı ile sanat arzusu arasında bocalayıp sanat mı yaşamak mı? ikileminden yavaş yavaş sanatsal olana doğru yol alış. bir şey kazanırken bir şeyin kaybı. yaratıcılık için sanatçı kendini de dahil her şeyi paranteze alır; bir mesafe koymak zorundadır her şey ile arasına. yabancılaşmak onun için kaçınılmazdır, bencillik de. ve sonuçta ortaya çıkan yapıtı için bile endişeli olacaktır. huzur yerine özgürlüğü seçmiştir o artık. özgürlük ise hiç de öyle kolay değil bir sanatçı için. huzursuz bir yaşam sürecektir. o herkese ve her şeye karşı yaşamın ta kendisine bir tanıktır çünkü. gören gözdür.
***
"sorun bundan daha ciddi. demek istediğim, bu gitgide daha sık başına gelecek. ama önüne bakmak zorundasın. haklı olduğunu düşünüyorsan gerisi teferruat tabii. kimin kâr sağlayacağını asla bilemeyeceksin. ya da kime karşı çalıştığını. kime yardım ettiğini veya kime zarar verdiğini de. hassassın, zor olacak. ama daima yapman gerektiğine inandığın şeyi yap. içinde güzel bir şeyler uyanışa geçti. büyüt onu."
" bana ne diyorlar biliyor musun? amatör. ne yazık ki haksız değiller. bir türlü herhangi bir şeye veya birine alışamıyorum."
"toz ağacı, yaprakların beyaz beyaz seyreder karanlığı. hiç mi hiç ağaramadı anneciğimin saçları. ah aslandişi, öyle yeşil işte Ukrayna. annem lepiska saçlım asla dönmedi sılaya. ey yağmur bulutu, salınıp duruyor musun başında kuyuların. ağlıyor ürkek annem hâline tüm insanların. döner-yıldız,…devamı"toz ağacı, yaprakların beyaz beyaz seyreder karanlığı.
hiç mi hiç ağaramadı anneciğimin saçları.
ah aslandişi, öyle yeşil işte Ukrayna.
annem lepiska saçlım asla dönmedi sılaya.
ey yağmur bulutu, salınıp duruyor musun başında kuyuların.
ağlıyor ürkek annem hâline tüm insanların.
döner-yıldız, doluyorsun altın rengi düğümü.
kurşun ile dağlandı annemin yüreciği.
ey meşe kapı, kim söküp attı menteşelerinden seni?
zarif anneciğim benim artık dönmeyecek geri."
paul celan
"halk arasında toz ağacı olarak anılan titrek kavak, en hafif rüzgarda bile titreşen tırtıl biçimli çiçekleri ve göz alıcı beyaz kabuğuyla yaşayan en büyük organizma kabul edilir. 20 - 30 metreye kadar uzayabilen titrek kavakların her birinin kendine ait bir gövdesi, dalları ve yaprakları olmasına rağmen kök sistemleri ortaktır. ayrıca hıristiyan mitolojisine göre isa'yı öperek ele veren yahuda işkariyot, yaşadığı pişmanlık ve vicdan azabı sebebiyle kendisini bir titrek kavak ağacına asmıştır."
celan'ın annesi friederike antschel, 1942-43 kışında, 46 yaşındayken, ukrayna'nın haisyn bölgesi yakınlarındaki mikhaylovka toplama kampı'nda naziler tarafından öldürülmüştür."
"eski mısırlılar, kedilerini kaybettiklerinde yas tutar ve kaşlarını tıraş ederlermiş. bir kediyi kaybetmek neden başka birini kaybetmek kadar dokunaklı ve yürek paralayıcı olmasın ki? küçük ölümler ölümlerin en üzücüsüdür.." (william s. burroughs) kedileri birer ruhsal refakatçi olarak gören burroughs can…devamı"eski mısırlılar, kedilerini kaybettiklerinde yas tutar ve kaşlarını tıraş ederlermiş. bir kediyi kaybetmek neden başka birini kaybetmek kadar dokunaklı ve yürek paralayıcı olmasın ki? küçük ölümler ölümlerin en üzücüsüdür.."
(william s. burroughs)
kedileri birer ruhsal refakatçi olarak gören burroughs can çekişen bir tür ( insanı kastediyor olmalı) ile aramdaki son bağlantı, diyor. hem kedileri bazen sevdiği bildiği kimi insanlara benzettiği için. hem de onların oyunbazlık, sevimlilik ve masumiyetlerini armağan ederek insanda acıma sevinme temas sınır vesaire.. yani insanın kendini besleyebileceği ruhsal bir kaynak oldukları için. ki "insan kötü bir hayvandır" hayvanlar içinde. bana sait faik'in o bir insanı sevmekle başlar her şey, sözünü anımsattı bu bakış açısı. artık bir insanı sevmekle de başlayamıyoruz sanırım güzel şeylere. ama bir kediyi sevmekle her şey değilse de varoluşun kendisine bir sevgi hissetmeye ve içimizin o koyu gölgesi yıkıcı itkilerine karşı bir bağışıklık başlayabiliyor.
yazarın kedisiyle yakalarsam yiyeceğim seni! oyunu oynadığını yazdığı satırlarda ağlamaya başladım. kedimle ikimizin en sevdiği oyundu saklambaç. inanılmaz eğlenirdik. onu, tek kulağını saksıların arasında açıkta kalmış heyecanla bulmamı beklerken, kuyruğunu yeterince gizleyemeden götünü dönmüşken görmeye deli olurdum. saklandığı yerden aniden üzerime zıplayıp beni korkutmaya bayılırdı.
canım kediciğim, kaç yılı geçti ama ben de yalnız dolaşan bir kediyim, içerdeki görünmez kediyim, seni içimde sımsıcak sevgi ve hüzünle anımsayan, insan ile son temasımı kaybetmiş kayıp bir kediyim.