football menager adlı sinir bozucu ama bir o kadar da keyif veren oyun yüzünden saat 1.30 oldu. e uyku da yok, tatildeyiz bari gece boşa gitmesin dedim. şöyle iddiasız, yormayacak, kendi halinde, klişe de denilebilecek bir film ararken izlemeye karar…devamıfootball menager adlı sinir bozucu ama bir o kadar da keyif veren oyun yüzünden saat 1.30 oldu. e uyku da yok, tatildeyiz bari gece boşa gitmesin dedim. şöyle iddiasız, yormayacak, kendi halinde, klişe de denilebilecek bir film ararken izlemeye karar verdim. istediğim her şeyi karşıladı üstüne filmdeki çocuklara da bir hayli ısındım. klasik "what's up girl?" diyerek gezen amerikan zorbaları bile rahatsız etmedi. 4 arkadaş, hepsinin birtakım problemleri var ama birlikte iken birbirlerine yansıtmıyorlar ya da sadece birlikte olduklarında unutuyorlar. ekip; ağırbaşlı, melankolik, hafif çatlak ve aksiyon bağımlısı bir de grubun sevimlilik yükünü sırtlayan çocuktan oluşuyor. böyle ekiplerde beni en çok lider olan karakter etkiliyor. birbirlerine olan motive edici sözleri ve konuşmaları güzeldi. grup üyelerinin yaşamlarının intikal ettiği sonlar üzücüydü. çocukken düşünülen ve kurulan hayallerin büyüdükçe izlediği yol insanın içini daha burkuyor maalesef. küçük kasaba, yaz günü, arkadaşlık, üstüne bir de yol hikayesi.. büyük çaplı bir olay olmuyor ancak bazen de böyle filmlere ihtiyaç oluyor. ben keyif aldım. çerezlik film demekten hoşlanmadığım için hafif film diyeceğim. tavsiye ederim.
bu filmi izlemek için mükemmel bir zaman yaratmayı bekledim. sanırım dün gece için de doğru bir seçimdi. özellikle başrol harika bir oyuncu. yürüyüşü, olaya verdiği tepkiler, soğukkanlılığını tam olarak hissettirdi. filmden bir sene sonra da vefat etmiş. üzüldüm ister istemez.…devamıbu filmi izlemek için mükemmel bir zaman yaratmayı bekledim. sanırım dün gece için de doğru bir seçimdi. özellikle başrol harika bir oyuncu. yürüyüşü, olaya verdiği tepkiler, soğukkanlılığını tam olarak hissettirdi. filmden bir sene sonra da vefat etmiş. üzüldüm ister istemez. film doğu almanya'nın soğukluğunu, baskısını da iyice yaşatıyor. mekan seçimleri güzeldi. başkarakterin çok hızlı değişim yaşadığı yönünde eleştiriler var ama ben katılmadım. daha ilk sahnelerde görevini sorgulamaya başladığı ve zihninde doğruluğundan şüphe duyduğu hissediliyor. kendisinin yalnız bir hayat yaşamasına da bunda etkili olabilir. zaten her insanın en az bir kez başından geçen düşünceler bence. bir işe bir miktar zaman ciddi şekilde yoğunlaştığında napıyorum ben hissiyatı doğuyor. aynı kelimeyi sık sık söyleyince manasızlaşması gibi. başrolün ince ruhlu bir karakter olduğu piyanoya ve kitaba gösterdiği tepkiden belli oluyor. yasakladıları şeye maruz kalınca kurallarının temeli sarsılıyor. filmin müziği de muhteşem, duyduğunuz zaman doğu almanya sokaklarına ışınlanıyorsunuz. film de gürültü yok, sessiz ve diyaloglar şeklinde devam ediyor ama kaç dk kaldı acaba diye de bakmaya sebep vermiyor. finalindeki sahne de muhteşem. en güzel biten filmler arasında girebilir belki de. izlenmesi gereken bir yapım olduğunu düşünüyorum.
her ne kadar 2 saat değilde 4 saat izlemiş gibi hissetsem de çelik gibi mentale sahip idealist bir mads mikkelsen izlemek keyifliydi. alt tabakadan gelmesine rağmen yüzbaşı rütbesine kadar yükselmeyi başaran bir asker diye tanıtılması filmin geri kalanı için bir…devamıher ne kadar 2 saat değilde 4 saat izlemiş gibi hissetsem de çelik gibi mentale sahip idealist bir mads mikkelsen izlemek keyifliydi. alt tabakadan gelmesine rağmen yüzbaşı rütbesine kadar yükselmeyi başaran bir asker diye tanıtılması filmin geri kalanı için bir ipucu veriyor. tamamen mükemmelliyetçi, duygularını çok iyi bastırabilen bir karakter izliyoruz. ayrıca alt-üst çatışmasını da güzel işliyor. toprak sahibi olan elemanda game of thrones joffrey iticiliği var. başarılı bir prodüksiyon ile dönem tam anlamıyla yansıtılmış. verilen cezalar ve şiddet sahneleri gerçekçi çekilmiş ki bu dönem filmleri çekiyorsanız zaten böyle olması lazım. o yıllardaki inanış kalıplarına da değinmek unutulmamış. ancak filmin sadece sınıf çatışmasını değil insani duyguları da ön planda işlemesi hoşuma gitti. bir karakter özelinde aşk ve sevgi kavramlarının, hırs ve ihtiras ile savaşını da izliyoruz. karakter değişimi güzel şeyler anlatıyor. aşk ve sevgi filmlerde her zaman galip geliyor ancak gerçek hayatta ne kadar karşılığı var konusu büyük bir muamma. başrolümüzün kendisi için asıl önemli olanı yalnız kaldıktan sonra yemek yerken fark etmesi beni cezbetti. gerçekten sade ama etkileyici bir sahne. çünkü asıl hayatta bir karşılığı var. son sahnelerde diyalogsuz sekanslar de duygusaldı. sinematografi ve müziği de hatrı sayılır seviyede. izlenebilir ve başarılı bir film lakin filmden ne beklediğinize göre yorumunuz değişebilir. aksiyon veya entrika beklemek hayal kırıklığına sebebiyet verebilir.
Spoiler içeriyor
kitap gibi film benzetmesi çok filme söyleniyor ama bu tanımlamayı en fazla hak eden yapımlardan biri. öncelikle isviçre'nin kasvetli havasının ardından portekiz'e geçilmesi filmin sıcaklığını artıyor. akdeniz ülkelerinde geçen filmlerin kötü olma ihtimali yokmuş gibi geliyor bana. ama anlamadım bu…devamıkitap gibi film benzetmesi çok filme söyleniyor ama bu tanımlamayı en fazla hak eden yapımlardan biri. öncelikle isviçre'nin kasvetli havasının ardından portekiz'e geçilmesi filmin sıcaklığını artıyor. akdeniz ülkelerinde geçen filmlerin kötü olma ihtimali yokmuş gibi geliyor bana. ama anlamadım bu lizbonda şehir planlamasına, sokakların muvazenesine, binaların estetiğine çok dikkat edilmiş. resmen büyük çaplı enayilik. müsait olan her yere hiç düşünmeden 40 katlı bina dikip şehre alamayacağı kadar insanı toplamak akıllarına gelmemiş herhalde.
başrolümüzün araştırdığı konuda bizim gibi hiç bilgisinin olmaması sebebiyle bizde onunla birlikte merak ediyoruz ve yeni şeyler öğreniyoruz. böyle olması da seyir zevkini artırıyor. hikayenin içindeki hikaye de güzeldi. ama doktor karakterine asla ısınamadım. kadın için arkadaşını satmak ilk defa gördüğümüz durum değil ama her gördüğümüz de ayıplayacağımız bir davranış. eczane açmasına yardım etmesi de maddi güç gösterisi. film vesileyle karanfil devrimine de göz atmış bulundum. izlemeden önce size de tavsiye ederim. olayların devrimin arka planında geçmesi eserin manzarasını hem nostaljik hem de daha dramatik hale getiriyor. yaşananlar aslında baya acı verici. kitap karakterlerinin o
dönemi yok sayması daha üzücü bence.
beni izlerken en çok etkileyen böyle bir hikayenin gerçek olma ihtimalinin ürperticiliği oldu. mesela en sevdiğiniz bir roman hakkında bilgi sahibi olmaya karar veriyorsunuz ve derinliklerine inmeye çalışıyorsunuz. kitaptaki karakterlerle bire bir konuşma fırsatı yakalıyorsunuz. bir edebi esere konu olmuş kişilerle konuşmak.. mükemmel olurdu. martin eden hikayesinden 30 yıl sonra ruth ile konuşmak mesela. ince memed romanından 20 yıl sonra kitaptaki kişilerle bir sohbet.. romanda gerçek bir olay yazılmasa da düşüncesi bile güzel.
filmin ilk başlarında adam işsiz gibi ne çabuk maceraya atıldı ya diye söyleniyordum içimden ama daha sonra anladım. sıkıcı diye tabir edilen insanlar galiba ikiye ayrılıyor. birinci taraf, bu halinden memnun ve kendi isteğiyle bu pozisyonu kabul etmiş. ikinci taraf ise sıkıcı olmaya maruz bırakılmış veya sonradan edinmiş. başrolümüz ikinci kısma dahil ve bu ruh halinden bir çıkış arıyor. intihar eden kadınla karşılaşması ve o kitabı okuması da üstündeki ölü toprağını atmak için bir sebep. ilgi alanına yönelik harika bir serüven fırsatı eline geçti ve çok güzel değerlendirdi. yalnız şunu da söylemeden geçmeyeyim sıkıcılık mevzusu da göreceli veya ilişki kurduğunuz kişiye bağlı. eğlence kimine göre kulüplerde bağıra çağıra dans etmek ise kimine göre de yalnız bir şekilde yürümek veya sevdiği bir konu hakkında sohbet etmek. iki kişi arasında ruhsal olarak bir duvar varsa karşıdaki insanı sıkıcı gibi yargılamalarla yetersizlik hissine mecbur bırakmak çok yanlış. ancak herkesin bu konuda fikri sabit ve bireysel farklılıklara kimse önem vermiyor.
Spoiler içeriyor
bir yazarsınız, kahramanınız ne yazarsanız onu yaşıyor. bu durumda ölümle sonuçlanan bir son yazar mıydınız? diğer tarafta kahramansınız, ölümünüz, başarılı bir yazar tarafından çok şiirsel ve manidar yazıldığı için sadece bu sebepten ötürü bu sonu kabullenir miydiniz? film sizi böyle…devamıbir yazarsınız, kahramanınız ne yazarsanız onu yaşıyor. bu durumda ölümle sonuçlanan bir son yazar mıydınız?
diğer tarafta kahramansınız, ölümünüz, başarılı bir yazar tarafından çok şiirsel ve manidar yazıldığı için sadece bu sebepten ötürü bu sonu kabullenir miydiniz?
film sizi böyle sorulara sürüklüyor. özgün ve farklı bir fikirden yola çıkmış, enteresan bir o kadar da keyifli bir film. bu tür filmlerden daha fazla keşfetmeliyim. filmlerde aşırı derecede daha önce izlemiş hissi yaşamayı sevmiyorum. ama bu film tamamen yeni bir bakış açısı olduğunu hissettirdi. karakterlerin aksanları çok iyiydi. başrol kadın karakterlerde güzel ve çekiciydi. maggy glyheanhall aşırı sevimli. ayrıca profesörün odası cennet gibi bir yerdi. duvarları kitaplarla bezenmiş, sanatsal açıdan da kaliteli düzenlenmiş bir oda. ben olsam oradan çıkıp eve gitmeyi düşünmem. filmin sonu farklı olabilir miydi bilmiyordum ama olması gerektiği gibi bitseydi filmin umut verici, hissettirdiği güzel duygulara ters düşerdi. aslında derinlerde tanrı - kader ilişkisine de değiniliyor gibi ama film bu konuda fazla done vermeyerek alt metinle izleyici boğmamış. ama ben biraz değinmek istiyorum. harold karakteri yazarın yazdıklarını yaşamıyor aslında, bir şeyler yapıyor, yaptıkları hikaye oluyor. kader anlayışımız gibi. yaratıcımız bize şunu yap demiyor, onu yapacağımızı zaten biliyor aslında biz yaşadıkça da kaderimiz şekilleniyor. bu bağlantı da güzeldi. filmin her karakteri filme katkı sağlamış ve keyifli hale getirmiş. kirazın tadı filminde intihar etmeye gidip kiraz yerken intihar etmektense vazgeçen bir adam vardı. biraz onu anımsattı sonu. bazen küçük sebepler koca bir ömrün bitmesine engel olabilir. hayat telaşı içinde insanların çoğu ölümü unutuyor ama bir hatırlasa belki de o zaman gerçekten yaşamaya başlayacak. hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak üstümüzde ağır bir yük oluşturuyor. velhasıl kelam film izlenmeye kesinlikle değer. umarım izlersiniz.
mükemmel dizayn edilmiş ingiltere sokaklarının kaldırımlarına dökülen yapraklar, hafif çiseli hava, oradan oraya koşuşturan kasketli insanlar.. filmin iki tarafı var. bir tarafı bahsettiğim gibi nostaljik bir hissiyat veriyor. diğer taraf ise masalsı, fantastik bir ortam çiziyor. insanların yaş aldıkça çocuk…devamımükemmel dizayn edilmiş ingiltere sokaklarının kaldırımlarına dökülen yapraklar, hafif çiseli hava, oradan oraya koşuşturan kasketli insanlar.. filmin iki tarafı var. bir tarafı bahsettiğim gibi nostaljik bir hissiyat veriyor. diğer taraf ise masalsı, fantastik bir ortam çiziyor. insanların yaş aldıkça çocuk masumiyetini kaybetmesi, mutluluğu maddi olgularda aramasına çok nahif bir eleştiri. daha doğrusu bir hatırlatma. film birkaç film türünü bir arada deneyim etmeyi sağlıyor. oyuncular zaten sevdiğim insanlar. özellikle ayı karakteri çok sevimliydi. güzel mesajları keyifli bir şekilde anlatıyor. okul, iş hayatında aslında hepimiz aynı hatalara düşüyoruz. film izlerken farkına varıyoruz ama kaybedilen o masumiyetin geri kurtarılması ve alışkanlık haline gelmesi gittikçe insanların iradesinden kayıp gidiyor. perfect days, küçük prens ve bu film gibi bir çok aynı temayı işleyen yapım var. hepsinin de çok ilgi görmesi açıklıyor aslında bu durumu. sorunu algılıyoruz ama ipler elimizde değil. bir balonla mutlu olma şansımız yok. o balonu sosyal medyada paylaşıp mutlu olduğumuza insanları inandırmaya harcıyoruz enerjimizi. gerçeklik algımız tamamen raydan çıktı. kısacası filmi izlerken çok keyif aldım. böyle filmleri seviyorum. bittiğinde umut veriyor. beni bekleyen sıkıntıların olmadığı bir pazar sabahı kahvaltıdan önce kimse uyanmadan kalkıp kaygısız bir şekilde televizyon izlediğim günleri hatırlatıyor. bu yazıyı yazmakla uğraşırken izlediğim maçta iki gol kaçırdım. o yüzden tavsiye edip noktayı koyayım. izleyin efendim. ister maçı ister filmi.
yeni yılın ilk kitabı olmaya en yakın eser şu an da ama bir şey yazmak için seçtim şimdilik. yeni yıldan değişimler beklemek, her şeyin farklı olacağını düşünmek bana realist çizgide baktığında pek mantıklı gelmiyor çünkü aslında tarih dışında değişen bir…devamıyeni yılın ilk kitabı olmaya en yakın eser şu an da ama bir şey yazmak için seçtim şimdilik. yeni yıldan değişimler beklemek, her şeyin farklı olacağını düşünmek bana realist çizgide baktığında pek mantıklı gelmiyor çünkü aslında tarih dışında değişen bir şey yok, örneğin 24 nisan'da da bir insan değişmeye başlayabilir ancak bu kadar fazla rasyonel olmaya da asla gerek yok. tazelenmiş ve yenilenmiş bir duygu hissettiriyorsa asıl önemli olan o. ben bunu şu duruma benzetiyorum, 13.47 gibi küsüratlı saatlerde ders çalışmaya başlamayıp saat başını beklemek gibi. ben sık sık bunu yaşıyorum maalesef. diyeceğim o ki yeni yılınızda her şey gönlünüzce olsun. mutlu, sağlıklı yıllar.
kitabı çocuğa uygunluk açısından ele almak zorunda olduğum bir final ödevim olduğu için okuduğum hikayelerden biriydi. sonra kaybolmasın ve bana da bir anı olsun diye burada paylaşmaya karar verdim. yazarın hayatı, tarihi arka plan ve mesajlar başlıkları altında analiz ettim.…devamıkitabı çocuğa uygunluk açısından ele almak zorunda olduğum bir final ödevim olduğu için okuduğum hikayelerden biriydi. sonra kaybolmasın ve bana da bir anı olsun diye burada paylaşmaya karar verdim. yazarın hayatı, tarihi arka plan ve mesajlar başlıkları altında analiz ettim. muhtemelen devamı yorumlarda olur. okuyup okumamak size kalmış..
YAZARIN HAYATI: Türk edebiyatında çok yönlü olması ile bilinen Erol Toy, 27 Temmuz 1936’de Trabzon’un Sürmene ilçesinde doğmuştur. Edebiyat kariyerine şiirle başlayan yazar, gazetecilik ve yazarlık alanlarına yetkin eserler yaratmıştır. Yapıtları Türk fikir yapısında önemli izler bırakması ile bilinir. Erol Toy, yazın dünyasındaki yaşamı boyunca halkından asla kopmamış ve halkı ile iç içe olmuştur. Bu düşüncesini de bir konuşmasında şu ifadelerle desteklemiştir. “Aydın, kafası ile kavga eden insandır.” Bu cümlede Erol Toy’un kafası ile kavga etmek tabiri, haksızlıklara, kötülüklere ve çirkinliklere karşı fikri bir mücadele vermekten ibarettir. Fareler Cumhuriyeti hikâyesinde de bu sözlerinin yansımalarını görürüz. Örneğin, genç farelerin yaşlı fareler için yiyecek toplamak adına kurban edilmesi dikkat çekicidir. Fareler arasında düzeni koruyan olarak lanse edilen yaşlı ve aynı zamanda yönetici fareler, karşılaşılan zorlu süreçte yönettikleri genç fareleri amiyane tabirle yem olarak kullanarak hayatlarını devam ettirmek gayesi gütmüşlerdir. “Yaşlılar, deliklerin ağzından olayı görünce sevindiler. Gençler bu arada yeterince yiyecek derleyebilirlerdi. Minnoş(kedi) Kısakuyruk’u hemen öldürmezse toplananlarla akşamı edebilirler. Akşama ’da İrice’nin kurban edilmesiyle rahata kavuşurlardı.” S72. Yazar, ilk öyküsünü 1952 yılında Çınar dergisinde yayımlamıştır. Daha sonra 1967 yılına kadar olan süreçte yayımlanan herhangi bir eseri yoktur. Bu 15 yıllık süreçte günlük yaşamını idame ettirebilmek için farklı işlerde çalışmış, askerliğini yapmış ve çalıştığı bankada emekçilerin sendikalaşma mücadelesinde aktif rol oynayarak çalışanların örgütlenmesini sağlamıştır. Geçirdiği bu sürecin ardından ise 1967 yılında 10 öyküden oluşan Yenilgi kitabını çıkarmıştır. Yenilgi kitabındaki öykülerin ana konusunu ise bu sendikalaşma sürecindeki geçirdiği olaylar oluşturmuştur. Fareler Cumhuriyet’i kitabı ile bağlantı kurmak istediğimizde ise Genç fare Sertpençe’nin en büyük düşmanları kediye karşı artık kaçma halinden sıyrılıp ona karşı birlik olup bu durumdan kurtulmak için tüm fareleri örgütlemek istemesi yazarın düşünce dünyasının bir fotokopisi olabilir. Sanatçı, kitapta genç farenin mücadelesini şöyle aktarıyor: “Kedi, bir fareye işkence ederken, ikinciyi görünce şaşırdı. Biz yüzlerceyiz. Hepimiz birden çıkıversek karşısına, sanırım daha çok şaşırır.” S53
“Böyle korkuyla beklemektense ölmek yeğdir.” S58
Erol Toy’un hayatında en önem verdiği ve kitaplarında da bahsetmekten geri durmadığı diğer ilkesi de eşitliktir. Bahsettiğimiz kitabında sembolik olarak açıklamaya uğraştığı sınıf ayrımına bir eleştiri getirir. “İşte yeryüzü, işte yiyecekler. Bize on günlükken belletilen töremiz ne der? Sağlam olan her fare, kendi yiyeceğini kendisi elde eder. Gecikirseniz aç kalırsınız. Çünkü kediyi kovalayanlar ne varsa silip süpürmeye hazırlanıyorlar.” S85
“Aç kalma kaygısıyla, ilk kez kendi yiyeceklerini derlemek için söylene söylene yola düştüler.” S85
Türk Edebiyatına çeşitli türlerle katkı sağlamış ve kalıcı izler bırakmayı başarmış olan Erol Toy, 13 Mart 2021 tarihinde vefat etmiştir.
TARİHİ ARKA PLAN: 1975 yılı, Türkiye’nin sosyolojik yapısını, ekonomisini ve siyasetini etkileyen aynı zamanda şekillendiren olaylara sahiptir. Şüphesiz bu vakaların en şiddetlisi ve etkisi günümüzde de en yakın hissedileni ekonomik krizdir. Bu dönemde petrol krizi ve enflasyon oranının artması, doların Türk lirası karşısındaki hızlı değer artışı ülkeyi kendi kendine yetebilen bir durumdan dış borçlanmaya bağlı kalmış bir coğrafyaya dönüştürmüştür. Bu gelişme ve Fareler Cumhuriyeti kitabı ile dar bir açıdan paralellik yakalamak istediğimizde ise kitaptaki kedi figürünün bu ekonomik zorlukları temsil ettiğini ileri sürebiliriz. Oluşan ekonomik zorluklar kırsaldan kente göç dalgasını oluştururken bu hareket kent yaşamını da etkilemiştir. Nüfusun bir anda aynı bölgeye yığılması insanlar arasında yaşam standartları telaşını ve kavgasını başlatmıştır. Tıpkı eserimizde fareler için tehdit amaçlı getirilen kedinin, farelerin beslendiği bölgeleri denetlemesinden kaynaklı farelerin kısıtlı bir çevreden ibaret kalan besin bölgesinde diğer fareler ile rekabete girişmek zorunda kalması gibidir.
“Sertpençe, çaresizlik içinde ağlarken, öteki farelerin bu olanaktan yararlanarak, yerdeki meyveleri sürüklediklerini gördü. Bu daha çok üzdü onu. Annesi can derdine düşmüşken, ötekiler karınlarını doyurmanın sevincine kapılmışlardı.” S43
1975 senesinin ele alınması gereken bir diğer yönü de Türkiye’ye uygulanan Amerika ambargosudur. Tamamen haklı sebepler doğrultusunda yapılan harekâtın ardından karşı hamle olarak ambargo uygulamasına gidilmiştir ve bu karar da ülkeyi siyasi ve ekonomik anlamda bir hayli zorlamıştır. Kitaptaki kedi figürünün ekonomik zorluğun temsili olabileceğini ileri sürmüştük. Bahsettiğimiz ambargo ise farelerin her türlü engeli aşmasından sonra çaresiz kalıp farelerin savunmasız kaldığı hayvan olan kediyi besleme kararı alan ev sahibi olabilir. Çünkü ekonomik zorluklar, tek başlarına meydana gelemeyeceği gibi bir durumun sonucudur. Bu sonucu yaratan ise onun üstünde bir sebeptir, ona da uygulanan ambargoyu örnek gösterebiliriz.
Kitabın yazıldığı döneme tekabül eden süreçte İstanbul’da işçi bayramı coşkulu bir şekilde gerçekleştirilmişken süreçteki siyasi gerilimler ve yöneticilerin baskıcı tavrı bu hareketleri şiddetli bir ayrışmaya ve çatışmaya sürüklemiştir. O dönem çıkan edebi eserlerde de işçi hakları, sendikalaşma ve ekonomik adaletsizlikler kendine sık sık yer buluyordu. Yazarın fikri yapısını düşündüğümüzde bu temaları eserlerinde göz ardı etmesini bekleyemeyiz. Zaten Erol Toy, fikirlerini sadece bu dönem özelinde değil yarattığı bütün eserlere serpiştirmiştir. Bahsini ettiğimiz Fareler Cumhuriyeti adlı eserde de yoğun olarak haksızlığa karşı birlik olarak emeklerin karşılığını almak, adaletsizliği fark etmek ve mücadele edilen engeli örgütlenerek aşma söz konusudur.
Kitabımızın dönemin özelliklerini yansıtan belirtileri bunlarla da sınırlı değildir. Sözü edilen yılda gerçekleşen tüm olayların sonucunda derin bir kutuplaşma olmuştur ve bu sorunların çözümünün önündeki en büyük güçlüklerden biridir. İncelediğimiz eserde yavaş yavaş başlayan ve sonlara doğru artan sıkıntılar sonucunda fareler arasında genç ve yaşlı, yöneticiler ve yönetilenler olarak ayırabileceğimiz taraflar oluşmuştur ve yalnız bir taraf birlik olup devam eden yönetim anlayışına başkaldırmıştır.
KİTABIN ÖZETİ, DİL VE ÜSLUBU, MESAJI:
Fareler Cumhuriyeti, genç farelerin anneleri tarafından sütten kesilmeleri ile başlar. Artık bebeklik evresini geride bırakan ve gençlik statüsüne yükselen genç fareler, yaşadıkları cumhuriyetin kurallarına göre kendileri beslenecek ve tükettikleri besinlerin bir kısmını yöneticiler için ayıracaktır. Tozpembe günlerinin bittiğini kabullenmek de zorlanan genç fareler, yaşamlarını devam ettirmek için mücadele vermek zorunda kalınca yetişkin farelerin her gün yaşadıkları zorlukları bizzat tecrübe ederek fark edeceklerdir. Yalnız uzun zamandır bu zorluklarla başa çıkmaya çalışan fareler, karşı karşıya kaldıkları engelleri aşmak için de farklı yollar bulmuşlardır. Ta ki artık insanlar tarafından engellenemedikleri zaman en büyük düşmanları kedi sahne alıncaya kadar. Fareler, daha önce yaşadıkları acı tecrübeler dolayısıyla kedilerle savaşmaya cesaret edememiş ve hep kaçmışlardır. Kediler kendi halklarından birine zarar verdiğinde dahi karşılık vermek yerine görünmez olabilmeyi arzu etmişlerdir. Tam bu noktada kediler artık tüm besin kaynaklarının yakınında nöbet tutmaya başladığı için fareler zor bir duruma düşmüştür. Yaşlı ve yönetici fareler için seçenek yoktur. Kediler ile savaşılamaz, kedinin bulunduğu yer de kendileri duramaz. Genç fareler ise böyle düşünmemektedir. Birlik olurlarsa kediyi etkisiz bırakacaklarını tahmin ettiklerinden savaşmak istemektedirler. Ama en büyük düşmanları kedilerin aksine büyükleridir. Genç fareler, büyüklerinden habersiz örgütlenir ve kedi ile savaşa tutulur. Yaşlı fareler cereyan eden bu gelişmeyi engellemeye çalışsa da başarılı olamaz ve genç fareler isteklerini gerçekleştirir. Bu andan itibaren bütün fareler hem eşit hem özgürdür. Sağlam olan tüm fareler kendi yiyeceklerini kendileri elde edecektir. İçine düştükleri yeni durum, yaşlı fareler tarafından kabullenilmesi zor olacaktır.
Kitap kesinlikle yalın ve sade bir dile sahiptir. Zaman zaman günlük konuşma dilinden bazı kelimeleri kullanan yazar, basit cümleler tercih ederek girift anlatımdan kaçınmıştır. Bazı cümleler ise kendi arasında kafiyeler oluşturur.
-“Karnınız doyarsa işi savarsınız. Sıkı durmak gerekirken tavsarsınız.” S10
-“Ben orada bekliyordum. Geleni töperledim deliğe, geleni töperledim.” S18
Yukarıdaki iki cümle kitabın dilini özetler niteliktedir.
bence her insanın fark etmese de filmleri değerlendirirken teknik konuları içermeyen bir ölçüt sistemi var. şahsen ben, filmleri izlerken izlemekte olduğum filmin yönetmeni, senaristi olarak anılmak ister miyim diye kendime soruyorum. bu filmde de bunun cevabı kesinlikle evet oldu. şahane…devamıbence her insanın fark etmese de filmleri değerlendirirken teknik konuları içermeyen bir ölçüt sistemi var. şahsen ben, filmleri izlerken izlemekte olduğum filmin yönetmeni, senaristi olarak anılmak ister miyim diye kendime soruyorum. bu filmde de bunun cevabı kesinlikle evet oldu. şahane hayat gibi başladı, big fish gibi devam etti ve şahsına münhasır bir şekilde sonlandı.
gary oldman ve christopher lloyd harikaydı. can dostum filmindeki tema ile benzer olsa da çok daha fantastik ve mizahla örülmüş bir film. ayrıca "istediğin hayatı kendin seç" mottosundan ziyade ufak ufak sahnelerde hayata dair güzel çıkarımlar bulunuyor. özellikle insanların diledikleri şeylerin benzerliği üzerinde durulması gereken bir konu gibi.
görsel test yapılırken de artık insanların pavlov'un köpeğinden farkının kalmadığını açık açık yansıtmış. bir zaman geldi ve insanlar beyninde yeni bağlantılar oluşturmayı bıraktı. yani hiçbir şey yapmıyorsanız bari arada sırada dişinizi sol elle fırçalayın. insan ilişkilerine, mükemmelliyetçiliğe, hukuk sistemine de ufak ama belirgin göndermeler var fakat en ilgi çekici olanı uyuşturucu bağımlılığına bulunan çözümdü. maalesef baskılanan ve yapılmaması tavsiye edilen durumlar saçma şekilde daha fazla yayılıyor. en azından psikolojiyle açıklanabiliyor.
benim filmden anladığım ise hayatın anlamı, üzerinde düşünerek bulunabilecek bir cevap değil. filmde olduğu gibi fırsatları değerlendirerek, hislerinin peşinde koşarak her insanın kendisine özel oluşturması gereken bir fikirsel yapı. eğer bir zorluk anında hayatınızdan uzaklaştırmaktan şüphe etmediğiniz varlıkların da oluşturduğunuz yapıda yeri yok. en azından benim arabayı uçurumdan atma sahnesine yaptığım çıkarım bu. en dar açıdan.
başrolün etkileşimde bulunduğu her olayın bir durumu hicvetmesi filmi bir hayli anlamlı kılmış. garip karakterler, biraz olağanüstülük ve yol hikayesi her zaman izlemeye değer. pek değeri bilinmemiş, kesinlikle tavsiye ederim. izledikten sonra da fikirlerinizi dört gözle beklerim..