"Kesme cam! Kristal yoktu kırdıklarımın arasında. Bütün dünya gibi bardaklar da taklitti. Ben de iyi bir insan taklidiydim! Ama gerçek yüzüm dayanamamıştı makyajıma. Akmıştı, elimi kesen cam kırıklarının döktüğü kanımla. Silinmişti makyajım."
Spoiler içeriyor
İŞLER EN UFAK CİDDİYE BİNİNCE BİZZİKO 🥳🥳 Şaka bir yana son zamanlarda izlediğim en güzel filmdi. Alper; yakışıklı, zengin, eğlenceli, entelektüel kısacası çekici bir adamdır. Müzik dinlemek, kitap okumak ve yemek yapmak gibi hobileri vardır ve yaşadığı hayattan oldukça keyif…devamıİŞLER EN UFAK CİDDİYE BİNİNCE BİZZİKO 🥳🥳
Şaka bir yana son zamanlarda izlediğim en güzel filmdi.
Alper; yakışıklı, zengin, eğlenceli, entelektüel kısacası çekici bir adamdır. Müzik dinlemek, kitap okumak ve yemek yapmak gibi hobileri vardır ve yaşadığı hayattan oldukça keyif alır ama bütün bunlara karşın ne bir aşk hayatı ne de bir arkadaş çevresi vardır. Kronik bir yalnızlık çekmektedir. Zamanını ya hayat kadınlarıyla ya da tek gecelik ilişkilerde geçirir. Hatta bu alanda oldukça zengin bir çeşitliliğe sahip olsa da hiçbir ilişkisinde duygusal bir bağ kuramaz. Bu durumun onun cinsel hayatına yansıdığını da görürüz: Alper, sex esnasında karşısındaki kadını bir partnerden ziyade yalnızca bir beden olarak gördüğünden olabildiğince sert ve duygudan yoksun sevişir
Öte yandan Ada ise geçmişte başarısız ilişki deneyimleri olan, hayat dolu, kendi ayakları üzerinde duran güçlü ama çocuksu bir kadındır. Alper’le bir kitapçıda karşılaştıklarında Alper için yalnızca yeni bir cinsellik kapısıdır Ada. İşin tuhaf yanı bu durumun Ada da farkındadır ama rahatsız olmaz. Yalnızca Alper’in niyetini bildiğini ima ederek Alper’le alay etmekle yetinir. İlk buluşmalarında biraz da Alper’in zorlamasıyla ilişkiye girerler ve burada Alper’in Ada’ya karşı olan ‘’aşktan yoksun’’ tutumunu görürüz tekrardan. Ertesi sabah Ada, Alper’i ‘’Biz şimdi neyiz???’’ sorgusuna çektiğinde Alper’in klasik çapkın erkek cevapları verdiğini görünce sinirle kıyafetlerini toplar ve çıkıp gider. Alper’in, bu ayrılığın etkisini üzerinden atamamasından aslında Ada’nın kısa süre içerisinde bir ‘’cinsellik’’ten fazlası hâline geldiğini görüyoruz. Aralarındaki ilişkiye bir şans daha vermek istediklerinde Alper’in Ada’ya gerçekten âşık olmaya başladığını görürüz. Ada’nın hayatına girmekle kalmaz Ada’yla kendi hayatını paylaşmaktan da son derece mutlu olur. Bunu aslında en iyi onlar sevişirken anlıyoruz. Ada, Alper’in şimdiye kadarki sex partnerlerinden çok farklı olarak ona duygu dolu ve yumuşak bir deneyim yaşatır ve Alper resmen büyülenir.
Ve bu büyü bozulmasa da, Ada’yla aralarındaki masalsı aşk gittikçe derinleşse ve güzelleşse de Alper’in yavaş yavaş içerisinde bulunduğu durumdan rahatsız olmaya başladığını gözlemleriz. Ada’yla ilişkilerinin ilerlemesinin Alper’i çok mutlu etmesine karşın ömrünün sonuna kadar tek bir kadına bağlı kalacağı gerçeği Alper’i içten içe kemiriyordur. Bu noktada özellikle Alper’in annesinin memleketinden çıkıp Alper’i ziyarete gelmesiyle Alper’e ve çocukluğuna dair daha fazla şey öğreniriz: Alper, hiçbir zaman kimseyle bağ kurmamış ve hep yalnız bir insan olmuştur. Ne doğru dürüst bir arkadaş ne de bir sevgili… Üstelik Alper’in, annesini çok sevmesine rağmen annesinin utanç verici sayılabilecek hareketlerine aşırı tepki göstermesi, Alper’in insanlarla sağlıklı bağlar kuramadığının önemli bir işareti daha.
Bu noktada Alper’le ilgili elimizdeki parçaları birleştirdiğimizde en başından beri ‘’ıssız’’lık olarak romantize edilen şeyin aslında ‘’kaçıngan bağlanma stili’’ olduğunu anlıyoruz. Kaçıngan bağlanma stiline sahip insanlar ilişkilerinde ‘’bağımsız’’ olmak isterler çünkü çocukluklarında ebeveynleriyle sağlıklı bağlar kuramamışlardır ve ihtiyaçları karşılanmamıştır. Bunun neticesinde bilinçaltlarında ‘’İhtiyaçlarının karşılanması için başkalarına güvenemezsin.’’ şeklinde bir inanç geliştirirler. Bu tarz insanlar yetişkinliklerinde gerçek hislerini ifade edemeyen, insanları küçümseyen, insanlara güvenmek zorunda kalmamak için insanlarla uzun vadeli bağlar kurmaktan kaçınan bireyler olurlar.
Alper’in, Ada’yı gerçekten sevdiğini ama bu sendromdan kurtulamadığını aslında filmin ilk yarısındaki şu sahneden anlarız seyirci olarak: Çiftimiz, bir kafede canlı müzik dinlerlerken önlerindeki yaşlı çiftin birbirine aşk dolu bakışlarını görürler. ‘’Bir insanla yaşlanma’’ düşüncesinin Alper’i ne kadar korkuttuğu o sahnede yüzünden belli olsa da Ada’nın aynı çifte hayranlıkla baktığını görünce yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirmeye çalışır Alper.
Finaldeki ayrılık için insanlar genelde bütün suçu Alper’e atıp Ada’ya üzülüyorlar ama Alper ne kadar suçluysa Ada da o kadar sorumludur bu trajediden. Kendisi Alper’in nasıl bir insan olduğunu, ilişkilerinin belli bir noktada bu şekilde biteceğini bilmesine rağmen Alper’in cazibesine dayanamayarak bu ilişkiye başlıyor. Açıkçası biraz ‘Daddy issues’ gibi geldi bana. İlk gecelerinden sonra çıkıp gitse ve bu ilişkiyi burada noktalasa yine bir şekilde Ada’ya hak verilebilir ve ‘’en azından Alper’in nasıl bir insan olduğundan emin oldu ya.’’ vs. denebilir ama son durumda ortada herhangi bir kandırılma vs. yok, her şey Ada’nın kendi tercihi.
Son olarak Ada’nın Alper’i unutamamışken başka birisiyle evlenmesi ve çocuk yapması rezil bir durum. Bu aşk değil, karaktersizlik. İnsanlar genellikle en yoğun duyguları yaşadıkları ilişkilerini aşk olarak hatırlar ama genelde toxic ilişkiler olur bunlar. Bence gerçek aşk her şeyin uçta yaşandığı inişli çıkışlı stresli bir ilişki değil iki tarafın da kendi karakter gelişimlerini tamamladığı ve birbirleriyle sağlıklı bağ kurdukları stabil bir ilişkidir. Demem o ki, kolaya kaçarak ilişki problemlerinizi romantize edip benimsemeyin. Sorunlu olan karşı tarafsa ve değişmiyorsa ondan kurtulun. Eğer sorunlu olan siz iseniz kendinizle ve geçmişinizle yüzleşin. Gerekiyorsa profesyonel destek alın ve değişin. Çünkü hayat sağlıklı ilişkiler kurdukça güzel.
🐈⬛Gençliğin ateşi ve başında şarap dumanları Bilim kurgu, macera, mizah ve eser miktarda yeraltı edebiyatı. Bunlar harika bir serüven yaratmak için kullanılan malzemeler. Başkahramanımız Musa aylardır iş bulamayan bir metin yazarıdır. İşsiz olduğu aylarca ev kirasının tamamını ev arkadaşı Şaban’a…devamı🐈⬛Gençliğin ateşi ve başında şarap dumanları
Bilim kurgu, macera, mizah ve eser miktarda yeraltı edebiyatı. Bunlar harika bir serüven yaratmak için kullanılan malzemeler.
Başkahramanımız Musa aylardır iş bulamayan bir metin yazarıdır. İşsiz olduğu aylarca ev kirasının tamamını ev arkadaşı Şaban’a ödetmekten zerre utanmamış başkahramanımız, bir gece eve elinde iki litre şarapla döner. Çakır keyif ve umutsuz bir hâlde televizyon izlerken çalan telefonu açtığında saat 21.30 olmasına karşın arayan kişi ‘’Gizliajans’’ ismindeki bir reklam ajansından olduğunu söyler. Saatin bir iş görüşmesi için fazla geç olmasına takılmayan kahramanımız, kendisine iş vermek isteyen kişinin isminin ‘’Şeytan Bey’’ olmasına da pek takılmaz. Ancak ertesi gün iş görüşmesine gittiğine bu tuhaflıkların sarhoşluğundan kaynaklanmadığını, üstelik daha onu bekleyen nice tuhaflık olduğunu görür.
Kitap, iyi yazılmış polisiyesi ve sahip olduğu gizem unsurlarıyla okuru sürekli bir merak içerisinde tutuyor. Aynı zamanda sade dili ve kendini çok ciddiye almayan mizah anlayışıyla oldukça sürükleyici ve okunması kolay. Aslında kitapta aşk da büyük yer kaplıyor hatta karakterimizin kalkıştığı çoğu eylemin motivasyonu bu aşk ama ana karakter ezik ve tuhaf olduğundan çok garip bir tek taraflı aşk görüyoruz. Ama yine de Anakarakterin kurduğu cümleleri cımbızlayınca tam sevgiliye atmalık harika alıntılar bulabiliyorsunuz.
Kitabın eksi yönlerine gelirsek başta çok eğlenceli gelen absürt olaylar bir yerden sonra içinden çıkılamaz bir hâl alıyor ve okuyucuyu boğmaya başlıyor. Aksiyon sahnesi de pek yok birkaç tane var yalnızca ama oldukça kötü yazılmış hiçbir şey anlamıyorsunuz.
Özetle edebî olarak çok doyurucu, bakış açınızı genişletecek vs. bir roman değil ama özellikle bizim kültürümüzden eğlenceli ve sürükleyici bir kitap istiyorsanız okunabilir. Alper Canıgüz’ün diğer kitaplarına da mutlaka bakacağım.
136 sayfa uzunluğunda bir yeraltı edebiyatı. Ama yeraltı dediysem de öyle çok beklentiye girmeyin, bir apartmanın giriş katından bodrum katına kadar bir derinlik. Edebiyat dediysem de bir radyo programı kisvesi altında sunulan gündelik muhabbet yani. Kitap Reha ve Aytek adındaki…devamı136 sayfa uzunluğunda bir yeraltı edebiyatı. Ama yeraltı dediysem de öyle çok beklentiye girmeyin, bir apartmanın giriş katından bodrum katına kadar bir derinlik. Edebiyat dediysem de bir radyo programı kisvesi altında sunulan gündelik muhabbet yani. Kitap Reha ve Aytek adındaki iki kişinin bir iki sayfa uzunluğundaki diyaloglarından ibaret. Aralarındaki bu epic muhabbetler de şöyle oluyor genelde:
-Abi hayat aynı mangal gibi ya...
-Nasıl yani
-Şişleri çevirmeyi unutursan bir tarafın yanıp kül oluyor diğer tarafınsa ateşe hasret çiğ çiğ bekliyor öyle.
-Doğrudur abi mesela tuz atmazsan tatsız oluyor.
-Deme...
İlk okuduğunuzda cool ve ulvi gelen ama 30 saniye düşündükten sonra hiçbir anlam ifade etmediğini fark ettiğiniz tonla beylik sözü... Kitabın kapağını gördüğünüzde ''Aa Kaybedenler Kulübü değil mi bu ya?'' diyorsunuz zaten. Filmde muhabbet sahiplerinin hayatlarına ve nasıl vurdumduymaz olduklarına tanık olduğumuz için o mesajı hissedebiliyoruz ama burada hiçbir altyapı olmadan direkt muhabbete dalınca dediğim şeylerden ibaret kalıyor kitap.
Bir de kitabın sonuna ''İTİRAFLAR'' başlığı altında okurların yazdığı şeyler eklenmiş birkaç sayfa. Fikir olarak gerçekten çok güzel yazarları tebrik etmek lazım ama okurlar resmen ağlama duvarı olarak kullanmış bu kısmı. İstisnasız hemen hepsi ''Beni terk ettiğin günden beri acı çekiyorum nolur geri dön.'' mesajının kendi çaplarında süslenmiş hâli. Zaten mahlaslara bakınca az çok tahmin edebiliyorsunuz yazılanları: Kalp Ağrım, xxkeşkeler, Enkazyığıntısı, Yalnızadamım...
Özellikle burayı okurken o kadar utandım ki kitabı fırlatıp yatağın altına saklandım. Arabeskten o kadar nefret ediyorum ki… Sıradan bir durumu dramatize edip çok büyük acılar çekiyomuş gibi davranan üstelik bunun için de şefkat, ilgi veya taktir bekleyen insanlarla pata küte dövüşesim geliyor. Gördüğüm en ezik iş.
SoA hatrına izlense de o tadı veremiyor dizi. Bunun sebebi muhtemelen SoA gibi ‘’mc’’ odaklı bir dizi olmaktan çıkıp genel olarak Meksika’nın sosyolojik yapısını ve oradaki suç hayatını da anlatmak istemesi. Dizi; Mayans Kulübünün hikâyesini anlatırken bir yandan da Galindo…devamıSoA hatrına izlense de o tadı veremiyor dizi. Bunun sebebi muhtemelen SoA gibi ‘’mc’’ odaklı bir dizi olmaktan çıkıp genel olarak Meksika’nın sosyolojik yapısını ve oradaki suç hayatını da anlatmak istemesi.
Dizi; Mayans Kulübünün hikâyesini anlatırken bir yandan da Galindo Karteli, Adelita’nın terör örgütü gibi çeşit çeşit farklı oluşumun hikâyesini de anlatıyor. Bu hikâyeler bir noktada kesişse de diziye çeşitlilik ve zenginlik katmaktan çok izleyiciyi sıkıp tempoyu yavaşlatıyor, bitse de MC’yi izlemeye dönsek dedirtiyor. Ayrıca bu yan oluşumların hikâyeleri de yeterince iyi işlenmiyor. Koskoca kartelin yalnızca 3-5 adamını görüyoruz doğru dürüst bir icraat falan da yapmıyorlar.
Ama yine de hikâye Meksika’da geçtiğinden dolayı olaylar ve karakterlerin daha komplike olduğunu söylemeliyim ki bu da diziye güzel bir tat katmış. Uyuşturucu bağımlısından kabile üyesi gibi takılan adamlara kadar kulüp üyeleri gerçekten güzel yazılmış hepsinin belli karakteristik özellikleri ve arkaplanları var.
En büyük eksilerden biri ise romantik ilişkilere de gereğinden fazla yer vermişler dizide ben çoğu sahneyi atladım. Hatta birkaç kişi internette ‘’Pembe dizi oldu iyice’’ demişti haklılar da bence.
Anakarakter seçimi çok ilginç olmuş. Jax Teller ailesi ve kulübü arasında gidip gelen, başına gelen olaylardan sonra gittikçe acımasızlaşan duygusal bir liderdi. Ez Reyes ise ailesinden başka neredeyse hiçbir şeye değer vermeyen zeki, acımasız ve soğukkanlı bir psikopat. İnsanlar Ez Reyesi çok antipatik bulmuş ama ben çok sevdim. Karakterin bir psikopata dönüşmesinin yavaş yavaş değil de hâlihazırda olan psikopatisini serbest bırakması güzel ve farklı olmuş. Yalnız dizinin başında Ez’in fotografik hafızası çok ön plana koyulmuştu ama 2. sezondan sonra bir daha o özelliğini kullandığını göremedik muhtemelen karakterin zekâsından çok acımasızlığının ön plana çıkmasını istediler. Yine de öz kardeşiyle arasındaki ilişkiyi izlemek güzeldi. Finali de aşırı tatmin etti.
Hikâyesi ve konusu aşırı iyi olmasına rağmen filmin ikinci yarısındaki mantık hataları ve klişeler seyir zevkini büyük oranda düşürdüğü için ancak "ortalama üstü" bir yapım olabilmiş. Film, karavanla çölü gezmek isteyen Karter ailesinin ıssız bir noktada lastiklerinin patlamasıyla başlar. Yardım…devamıHikâyesi ve konusu aşırı iyi olmasına rağmen filmin ikinci yarısındaki mantık hataları ve klişeler seyir zevkini büyük oranda düşürdüğü için ancak "ortalama üstü" bir yapım olabilmiş.
Film, karavanla çölü gezmek isteyen Karter ailesinin ıssız bir noktada lastiklerinin patlamasıyla başlar. Yardım aramak için en yakındaki benzin istasyonuna giden Bob, bulunduğu bölgenin yıllar önce hükümet tarafından nükleer bomba denemeleri için kullanıldığını ve şimdiye kadar birçok insanın burada kaybolduğunu öğrenir. Ailesini kurtarmak için bir an önce geri dönmek istese de bu o kadar kolay olmayacaktır.
Filmi özel yapan şey inandırıcılığı aslında. Nükleer denemeler için bütün madenci kasabası boşaltılırken bazı ailelerin evlerini terk etmemek için madenlerde yaşamaya başlar. Hayatlarını buldukları hayvanları neredeyse çiğ çiğ yiyerek, karanlık tünellerde yaşayarak, bolca radyasyona maruz kalarak ve birbirleriyle ilişkiye girerek geçirdikleri için en sonunda zombileşmiş mutantlara dönüşmeleri konsepti oldukça gerçekçi kılıyor hatta bir noktada onlarla empati bile yapabiliyoruz.
Ama maalesef zombilerle tanıştıktan sonraki kısım oldukça hayal kırıklığı yaratıyor, samimi söylüyorum ilk yarısını izleyip çıkabilirsiniz.
Başlığını ve kapak fotosunu görünce çok etkilenmiştim ama hayal kırıklığına uğradım. Günümüzde çoğu şeyin otomatikleşmesi yüzünden ve "Dikkat ekonomosi" modeli, yani kâr elde etmek için odağımızı kendi üstlerinde olabildiğince tutmak için adeta birbiriyle yarışan mega şirketler yüzünden gündelik hayatımızda hep…devamıBaşlığını ve kapak fotosunu görünce çok etkilenmiştim ama hayal kırıklığına uğradım.
Günümüzde çoğu şeyin otomatikleşmesi yüzünden ve "Dikkat ekonomosi" modeli, yani kâr elde etmek için odağımızı kendi üstlerinde olabildiğince tutmak için adeta birbiriyle yarışan mega şirketler yüzünden gündelik hayatımızda hep bir boşluk hissi ve yapaylık yaşıyoruz sürekli.
Kitap da bu problemlere bir çözüm getirir sanıyordum Ama klasik "Eskiden bizim zamanımız daha iyiydi. Telefonları bırakın azcık dışarı çıkın cart curt..." muhabbetinden ibaretmiş. Bunun yerine Cal Newport'un benzer kafada ama daha işlevel kitapları olan "Dijital Minimalizm" ve "Pürdikkat" kitapları okunabilir.
Amatörlüğünü belli etse de vizyonuyla Kurtlar Vadisi'nden sonra Türkiye çapında en iyi suç dizisi olacağına inanıyorum. Ferit Kamacı adında bir boksörün sevdiği insanların öldürülmesi yüzünden yavaş yavaş yeraltı dünyasına girmesini anlatıyor. Şimdiye kadar gördüğümüz mafya tiplemeleri son derece kasıntı, doğallıktan…devamıAmatörlüğünü belli etse de vizyonuyla Kurtlar Vadisi'nden sonra Türkiye çapında en iyi suç dizisi olacağına inanıyorum. Ferit Kamacı adında bir boksörün sevdiği insanların öldürülmesi yüzünden yavaş yavaş yeraltı dünyasına girmesini anlatıyor. Şimdiye kadar gördüğümüz mafya tiplemeleri son derece kasıntı, doğallıktan uzaktı. Burda ise yeri geldi mi el öptüren yeri geldi mi abisinden götüne tekme yiyen, karısına "hanım bu çocukları sen şımarttın bak!" diye bağıran çok gerçekçi bi mafya profili var.
Mesela bir sahnede önemli bir mafya babasını öldüren maşa bir genç kazandığı parayla "Bedelini ödemediğimiz bir şeyi harcamıyoruz abi 😎🔥🥷" diye caka satarken görüyoruz ama birkaç sahne sonra öldürdüğü kişilerin yakınları tarafından işkence edilince "Abi nolur bırakın valla ben bir şey yapmadım!" diye ağlamaya ve trajik şeyler yaşamaya başlıyor. Bu yönüyle 'su testisinin nasıl su yolunda kırıldığını' ve bu tarz şeylere özenilmemesi gerektiğinin altını çiziyor kesinlikle.
Sıfırbir'den tanıdık isimlerin olması bir antipati yaratabilir ama yaratmamalı. Sıfırbir'deki o keko kertenkele kesim değil gerçekten vizyonlu ama amatör gençlerin biraz daha ayakları üstünde durdukları versiyonları var dizide. Keza dizi de dram ağırlıklı o tür işlere nazaran.
Şu ana kadar keyif seyrimi azaltan tek bi amatörlük vardı o da boğazı kesilen bir adamın boğaz kesiği, kanaması falan komple cgi ile yapılmış, o da Hakan Muhafız'ın ikonik yumruk sahnesi gibi kötü olmuş. Bir de çekincem şu ana kadar dört bölüm oldu ama çok hızlı adam harcıyorlar. Üzerlerine yatırım yaptıkları, bir sezon gidebilecek karakterleri bu kadar kısa sürede öldürmeleri ileride içi boş düşmanlar göreceğimiz korkusunu yaşattı bana.
Not: Boksör olan ana karakterin sevgilisine Jack London'ın "Bir Dilim Biftek" kitabını verdiği sahneye kalbimi bıraktım ❤️ keşke "Oyun" kitabını verseymiş ama neyse.
Edit: Dizide formule yedirelemeyen şeyler göze çarpmaya başlıyor ufaktan. Mesela ana karakterin mafyaya girmesi çok yapmacık, bildiğin zorla oluyor. Ayrıca boks bu dizinin önemli bir kısmı olacak zannediyorduk ama sadece birkaç kere adamakıllı gördük.
Sosyopat bir ucubenin filmin başında kolpa sıktığı "I run a succesfull tv news business." cümlesini gerçekleştirmesini izliyoruz ama her sahne gerim gerim geriyor. 'Bir şey olacakmış' gibi yansıtılan sahnelerde bir şey olmayınca insan sonraki sahnelerde tam tereddüte düşüyor 'bir şey…devamıSosyopat bir ucubenin filmin başında kolpa sıktığı "I run a succesfull tv news business." cümlesini gerçekleştirmesini izliyoruz ama her sahne gerim gerim geriyor. 'Bir şey olacakmış' gibi yansıtılan sahnelerde bir şey olmayınca insan sonraki sahnelerde tam tereddüte düşüyor 'bir şey olacak mı olmayacak mı' diye.
Ana karakter inanılmaz bir psikopat. Hayır her dakika birilerini doğramıyor ama en ufak hareketi bile "Ben normal değilim." diye bağırıyor. Üstüne üstlük hiçbir gereksiz abartı, kriz sahnesi yok.
spoiler: acaba filmin sonunda yaşlı ablaya
noldu