lirik bir anlatıma sahip, yalın ve hayatın içinden bir film. filmden ziyade iki saat süren bir şiir gibi, üstelik barış bıçakçı’nın yazdığı müthiş dizeler eşliğinde sona eriyor. şiiri incelemenin sonuna ekleyeceğim, gönderiyi okumak istemeyenler göz atabilir. pelin esmer -yani yönetmenimiz-…devamılirik bir anlatıma sahip, yalın ve hayatın içinden bir film. filmden ziyade iki saat süren bir şiir gibi, üstelik barış bıçakçı’nın yazdığı müthiş dizeler eşliğinde sona eriyor. şiiri incelemenin sonuna ekleyeceğim, gönderiyi okumak istemeyenler göz atabilir.
pelin esmer -yani yönetmenimiz- ve barış bıçakçı -kendisi bir öykü yazarıdır- bir hastane nöbetinde tanışmışlar. ilk tanıştıklarında ne pelin barış’ın bir kitabını okumuş ne de barış pelin’in bir filmini izlemişmiş. muhabbetleri devam ettikçe biri diğerinin filmlerini izlemiş, diğeri de onun kitaplarını okumuş. bir gün barış’tan telefon gelmiş pelin’e, “şehirli şair bir kadınla ilgili beraber bir senaryo yazalım mı?” diye sormuş. pelin de kabul etmiş. böylece birlikte filmin senaryosunu yazmaya başlamışlar. başladıklarında ellerinde hiçbir şey yokmuş, şehirli şair bir kadın’dan başka.
bir yol filmi. ankara’dan izmir’e yola çıkan mavi tren’de geçiyor olaylar. trende tanışan iki kadının, leyla ve canan’ın öyküsüne tanık oluyoruz.
leyla. şehirli şair kadın. lise buluşmasına gidiyor, 25 yılın ardından ilk kez mezuniyet yemeğine katılacak. tanınmış bir şair de olduğunu çok sonradan öğrendiğimiz bir avukat kendisi. çok sonradan öğreniyoruz çünkü şairler meslekleri sorulduğunda şairim demezler.
canan. hemşire ama oyuncu olmak istiyor. iş görüşmesine gittiğini söylüyor babasına fakat aslında durum farklı. ölmek isteyen bir adamı öldürmeye gidiyor izmir’e. tanık olduğu ölümlerden bıkmış olan genç kadın, kendisinin de dahil olacağı son bir ölüm seromonisinin ardından belki de bırakacak mesleğini ve kazandığı parayla oyunculuk kursuna gidecek.
leyla şair bir kadın ve anlıyor canan’ın bir derdi olduğunu. canan da inkar edemiyor, kendini açıyor ona. böylece iç içe geçip birbirine karışıyor hikâyeleri.
yavuz. ölmek isteyen adam. boynundan aşağısı felç olmuş, günlerini pencerenin önünde yatarak geçiriyor. tek dostu hüseyin’den kendisini öldürmesini istiyor fakat hüseyin yapamıyor, canan’ı gönderiyor bu görev için. leyla da takılıyor onun peşine, ne de olsa şiir yazanlar severler farklı hayatların duraklarında mola vermeyi. talih bu ya, yavuz’u öldürmeye en sevdiği şairi gönderiyor.
çırılçıplak bir yol filmi bu. çıplak derken, gerçek bir tren yolculuğu nasılsa bu film de öyle. süslenip püslenmemiş, abartısız. leyla’yla birlikte başımızı cama dayayıp dışarıda akıp giden hayatları seyrediyoruz biz de. çok gerçek, çok dingin, çok şairane. çello tınıları eşliğinde şiirler döküyor leyla ve peşi sıra dökülenleri toplayarak ilerliyor izleyici. pencerelerini turuncuya boyayan adam şu dizeleri getiriyor aklına: kırmızı, yeşil, mavi, turuncu. ben turuncuyum ve hiçbir şey turuncuyla kafiyeli değil.
filmi öyle sevdim, öyle içime işledi ki bir hafta geçmeden tekrar izledim. hayatı romantize etmeyi, yansımalara bakarak dalıp gitmeyi, yaşamları gözlemlemeyi, hep kıyıdan yürümeyi ve şiirleri sevdiğim gibi bu filmi de sevdim. izmir-ankara arasında salınan mavi tren’in bir müdavimi olarak filmi bir sonraki yolculuğuma denk getirmeyi çok istedim ama sabredemedim, zaten güzel filmlere hiç sabredemem.
bu filmi uzun yolculukları ve uzun şiirleri seven herkese öneririm. şimdiden keyifli seyirler.
/ / / / /
bir kitabın sayfaları
baktım rüzgarsın sen
baktım çamaşır ipini zorluyorsun
hepimizin derdi güzel yaşlanmak sevgilim
baktım bir kitabın sayfalarını çeviriyorsun
ayağına terlik giy
bildiğimiz şeylerin taşında yalınayak geziyorsun
biz satranç oyuncusuyuz sevgilim
üzerimizde kara bir leke, biz satranç oyuncusuyuz
inanmıyoruz ceketlere düğmelere
inanmıyoruz takvimleri savurarak gelen geleceğe
işte yitirdik bütün taşlarımızı, darmadağınık oyun tahtası
bir tek şahımız duruyor sevgilim, o da evli, iki çocuk babası
kelimeler önümüze çıkıyor sevgilim
uykumuzu bölüyor buradan çocukluğumuza kadar
buradan çocukluğumuza kadar bir telaş
içi boş kuşları kovalıyoruz ve bir sebep arıyoruz
herkese küsmek için
hemen o cumartesi buluyoruz, hemen o pazar
yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar
bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan
ama hep yıkıldığımız yeter sevgilim, biraz da kekik toplayalım
kıymetini bilmediğimiz şeyler var
yaşamak bir at gibi huysuzlanıyor kapımızda sevgilim
geçen günlere üzüldük tamam yola düşelim
düşünelim: başka günlerin duvarı daha sağlam
düşünelim: başka günlerin sokağı daha neşeli
başka evlerin kadınları erkekleri tam bir kahraman
tül perdeler uçuşurken başka evlerin pencerelerinde
bizi bir kitabın sayfaları arasında kurutuyor zaman
ama baktım sen rüzgarsın sevgilim
kitapları bir başından bir sonundan okuyorsun
başucunda bir bardak su
beni başucumda bir bardak su gibi avutuyorsun