Tahmin edilemeyecek kadar gerçek bir delirme hikayesi.
Film hakkındaki söyleşilerde yönetmenin sahne önü ve arkasındaki zıtlığı yansıtmak istediğini söylemesi bana Goffman'ın dramaturji teorisini anımsattı. Sahnenin önünde, insanlarla etkileşim halindeyken takındığımız rol ve diğerlerinin bizi algılayış biçimi tiyatral bir oyundur diyor.…devamıTahmin edilemeyecek kadar gerçek bir delirme hikayesi.
Film hakkındaki söyleşilerde yönetmenin sahne önü ve arkasındaki zıtlığı yansıtmak istediğini söylemesi bana Goffman'ın dramaturji teorisini anımsattı. Sahnenin önünde, insanlarla etkileşim halindeyken takındığımız rol ve diğerlerinin bizi algılayış biçimi tiyatral bir oyundur diyor. Barış Sarhan yine bundan bahsetmiş aslında. Benim Goffman örneklemem gibi Tanpınar nasıl üretmiş, ne ortaya koymuş... filmdeki yansıması olan Turgay Göral, nasıl davranmış?
Zafer, Turgay, Cemil ve Burcu aslında hepsi var oluşlarını kanıtlama, diğerleri tarafından saygı görülme ihtiyacına sahipler. Cemil herkes tarafından küçümsenen, kendi olarak varlığını ortaya koyamayan aciz bir tip. Burda bana Tabutta Rövaşata’dan Mahsun'u hatırlattı. Çareyi bir dönem herkesçe kabullenilmiş kötü jön Turgay'ı taklit ederek var olmakta buluyor. Taklidin taklidi olarak.
Turgay bana Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni filminde, şimdi ismini hatırlayamadığım ve sanırım görüntü yönetmeni olan çaresiz karakteri anımsatıyor. Aslında biraz da Muhsin Bey'e benziyor. Eski şaşalı günlerine özlem duyuyor ve bugünlerde de kötü jön olarak var olmak istiyor. Cenazesi ve mezarlık sahnesi yine Tabutta Rövaşata’dan Sarı'nın mezarını çağrıştırıyor.
Birkaç kötü noktadan bahsedeyim.
Filmin sonlarına doğru, 1:11:52-1:13:12 dakikaları arasında ana karakterimizin ilham aldığı ''Turgay Göral''ın siyah-beyaz bir sahnede, bomboş sokaklarda koştuğu, kimseyi bulamadığı ve telefon zili sesi duyduğu bir kısım var. Daha sonra telefon kulübesine girip telefona cevap vermeye çalışıyor ancak karşıdan ses gelmiyor. Bu sahne birebir olarak The Twilight Zone (1959) dizisinin pilot bölümü olan “Where is Everybody?”den arak. Esinlenme veyahut uyarlama demiyorum. İstiyorsanız açın bakın, sahnenin aynısı çekilmiş. Hani çok bilinen bir sahne desem, yönetmen bir şekilde ''gönderme'' yaptı diye. Türkiye'de kaç kişi bu sahneyi hatırlıyor ki?
Ayrıyeten 1:16:45'de geçen sahnede televizyonun alt kısmında gösterilen ''Kabus'' filminin süresi gözüküyor. 1 dakika 08 saniye. Daha sonra bu süre kısmı tekrar gözüküyor. Keşke bu tarz ufak detaylara biraz daha dikkat edilseydi.
Başlangıçta sahneler hayal kırıklığı gibi gözükmüş olsa da ortasından itibaren Yeşilçam sahnelerinin yedirilmesi, grafik ve renk uyumu, özellikle de müzik-sahne ilişkisi harikaydı. Hele ki oyunculuklar. Cemil’i izlerken resmen bir psikosanat orgazmı yaşıyorsunuz. Oyunculuklar güzel olmasaydı yapım beni bu kadar içine çeker miydi emin değilim. Sanıyorum ki Ozan Çelik'i ilk kez ana karakter olarak izledim. Ya inanılmaz iyi bir oyuncu ya da bu role hazırlanmak için epey psikoloji kitabı hatmedip gerçek vaka gözlemi yapmış.
Kısacası Türk sinemasına merak saranların mutlaka izlemesi gereken acayip bir “proje” filmi.