Spoiler içeriyor
Aslında bu kitapla ilgili bir yazı yazmayı sık sık düşündüm ama tüm yazılarımın ortasına geldiğimde kitabı bi kenara bırakıp kendi küçük hayatımı yazmaya başladığımı fark ettim. Her seferinde de bu kitap hakkında ayrı ve benden bağımsız bir yazı yazacağıma söz…devamıAslında bu kitapla ilgili bir yazı yazmayı sık sık düşündüm ama tüm yazılarımın ortasına geldiğimde kitabı bi kenara bırakıp kendi küçük hayatımı yazmaya başladığımı fark ettim. Her seferinde de bu kitap hakkında ayrı ve benden bağımsız bir yazı yazacağıma söz verdim kendime. Ama fark ettim ki kitap ve karakterim o kadar iç içe geçmiş ki birbirlerinden ayıramıyorum ikisini de. Kinyas ve Kayra hakkında yazılmış onlarca yazı var zaten. Aralarından bir tanesi 18 yaşındaki bir gencin zihinsel yolculuğu etrafında şekillense ne olur ki?
Dediğim gibi bu kitabı hayatımdan ayrı anlatmam mümkün değil. Muhtemelen sebebi ise bu kitabı liseye başladığım sene, hayatın en sancılı dönemlerinden biri olarak tarif edilen 'ergenlik dönemimde' okumuş olmam. Şekil almaya fazlasıyla müsait olan karakterim bu kitap etrafında şekillendi.
Düşünce yapım ve hayatı yorumlama şeklim fazlasıyla Hakan Günday'ın kalemine benzedi. Kendimi bir roman karakteri gibi hissedebilmek için başımdan geçen her olay hakkında süslü cümleler kurdum. Hatta bir roman karakterine daha çok benzemek için gözümün önünü göremeyecek kadar alkol içtim. Gözümü bir daha açmayacak gibi öpüştüm. Yalan söyledim, yalanlar dinledim, kaçtım, kovaladım. Daha az afilli hâliyle itlik serserilik yaptım.
Çünkü böyle şeyler yaparsam ben de kinyas ve kayra gibi havalı olabilirim diye düşünüyordum! Onların adam vurması, uyuşturucu satması, sokakta yatmaları, güzel kadınlarla yatmaları ama hepsinden çok hayat hakkında kurdukları cümleler beni etkiliyordu. Kurdukları cümlelerden saf tecrübe akıyordu. Sanki milyonlarca yıldır dünyada seyahat eden rüzgârlar gibi her şeye bizzat tanık olmuş ve her şeye nüfuz etmişti adeta zihinleri. Yine de bunun hükmünü sürmüyor ve tam tersine küçümsüyorlardı dünyayı. Bütün dünyayı içmiş ve ellerinin tersiyle itmişlerdi. Benim gerçek hayatta içine girmekten çekindiğim mahallelerdeki, en belalı adamların ciğerlerini biliyorlardı. En pahalı restoranların menülerini ve entelektüel adamların kitaplıklarını.
Kitabı okurken adeta büyüleniyordum! Ve hayatta en çok istediği şey başka insanları büyülemek olan bir ergen olarak hızla taklit etmeye başladım eseri. Kendi hayatım hakkında afilli cümleler kurdum. Henüz çocukken geçirdiğim 7 ameliyatı, 4 yılda bir değiştirdiğimiz şehirleri ve âşık olduğum kızları. Bütün bunlar hakkında hayattaki en büyük acıları çektiğime ikna ettim kendimi. Çünkü kendimi zalim kaderin bir kurbanı gibi hissetmek istediklerimi yapamadığım için çektiğim acıyı dindiriyordu. Karizmatik bir insanın yerine getirdiği sorumluluklara sahip olmadan karizmatik bir insan gibi hissetmeye çalışıyordum kendimi.
Evet, son 3.5 yılım aşağı yukarı böyle geçti aslında. Benden büyük bir gücün bana çektirdiği zorbaca acılara kahramanca dayandığım bir zihinsel ütopyada. Aslında bunun sebebini de şimdi anlıyorum: Belki çocukluk ameliyatlarımdan belki de yetiştirilme şeklimden dolayı içime yerleşmiş olan devasa aşağılık kompleksi canavarını bu şekilde uyutmaya çalışıyordum. Kendimi içten içe herkesten üstün hissetmek herkesten korktuğum gerçeğini gizliyordu.
Şimdi ise anlıyorum bu kitaptan neden bu kadar etkilendiğimi: Tecrübe! Kitapta saf tecrübe var. Kinyas ve Kayra, hayatlarından memnun olmayan ve memnun oldukları hayatı bulmak için sırasıyla tüm hayatları deneyen iki cesur karakter. Ne serseriler tarafından vurulmaktan, sokakta uyurken hasta olmaktan, uyuşturucu içerken bağımlı olmaktan, adam vururken ceza almaktan, suç işlerken polise yakalanmaktan, şehir değiştirip evsiz kalmaktan kısacası normal bir insanın korktuğu ve korkması gereken her şeyi çekinmeden yapıyorlardı.
Bütün bunları yapabiliyor olmaları ise onlara muazzam bir özgürlük veriyordu. Sıradan bi insan başka bir insanı öldürmüyordu çünkü korkuyordu (ki korkması da gerek). Ama Kinyas bir insanı öldürmüyorsa yalnızca canı istemediği için öldürmüyordur.
Bu kadar özgürken yine de kronik mutsuzluktan kıvranmaları, hayat tarafından tecavüze uğradıklarını düşünmeleri ise mutluluğu aramamalarını sağlıyordu. Dünyanın boktan bir yer olduğunu söylemek, kendine iyi gelecek yeri bulmaktan daha kolaydı tabii ki. Aslında özgürlüklerinin kısıtlandıkları sınır duvarı tam da burası. Kayra bu duvarı aşamayıp duvarın dibine yattı ve gözlerini kapattı. Kinyas ise zihinsel ölümünü gerçekleştirdi ve duvarı kırdı. Kinyas'ı öldürüp Tolga oldu. Aradığı mutluluğu buldu.
Fark ettim ki hayat asla kitapta kurulan uzun cümleler kadar karmaşık değilmiş! Hayat asla 600 sayfalık bir Kinyas ve Kayra romanı değil! Hayat kesinlikle nefes alan herkese tecavüz edilen bir acı şöleni değil! Evet hayatta acı şeyler var ama bundan ibaret değil hayat. Gerçekten istediğin şeylerin peşinden gitme cesaretini gösterdiğin sürece mutlu olmak oldukça basit.
Aslında bu yazıyla birlikte 3.5 yıllık ergenliğime ve içimdeki aşağılık kompleksli canavara veda ettiğimi hissediyorum. Bekarlığa veda partisi gibi! Artık hayat ormanına dalma ve bir birey olma vakti geldi. Roman karakterlerine benzemeye çalışmaktansa kendi romanımı yazma vakti.