Hiç beklemediğim yerden vuran, birini kaybetmenin kendini de kaybetmek olabileceğini anlatan Darren Aronofsky filmi. İnsanların özünde iyi olduğuna inanan, optimistik bir adamın kısa süreliğine de olsa bizleri kendi acısından uzak tutmaya çalışmasının hikâyesi. Kendinden vazgeçmiş bir insanın son zamanlarını, pişmanlıklarını,…devamıHiç beklemediğim yerden vuran, birini kaybetmenin kendini de kaybetmek olabileceğini anlatan Darren Aronofsky filmi.
İnsanların özünde iyi olduğuna inanan, optimistik bir adamın kısa süreliğine de olsa bizleri kendi acısından uzak tutmaya çalışmasının hikâyesi.
Kendinden vazgeçmiş bir insanın son zamanlarını, pişmanlıklarını, boşvermişliğini, hani insanın bir şey üretmekten, kendini zorlamaktan, kısaca iradesinden vazgeçtiği ve kendini tamamen akışa bıraktığı hallerini izliyoruz. "yazar bizi acısından korumaya çalışmış" ve en sonunda o acıyı dibine kadar görmemiz için serbest bırakmış. tüm film aslında o kompozisyon ve defalarca bu durumun işlenmesiyle alakalı.
Her karakteri aynı nokta da birleştiren ve filmin üstünde durduğu en baskın duygu çaresizlikti, aslında çaresizlik var olan bir duygu mu yoksa diğerlerinin aksine öğrenilen bir duygu mudur?
Filmde bu çok iyi işlenmişti, olumlu/olumsuz hiç bir seçeneğinin kalmadığını anladığınız an, çaresizsindir..
Obezite Charlie'ye görünür bir "ihmal edilmişlik" sağlamak için var göründüğünün aksine farklı bir şekilde kendini belli ediyordu filmde "obez insanın yaşadıkları" şeklinde bir anlatımı yoktu, fakat bunun üzerinde de durmuştu.
bu ihmal edilmişlik, daha çok charlie'nin kendini ihmal etmesi kendi acılarından başkalarını uzaklaştırdığı yetmezmiş gibi kendini de uzaklaştırıp sevdiği adamı kaybettikten sonra kendini tamamen salmasıyla ilgili bir durum.
Zaten önceden de kendini çok seven biri olmadığını belirtiyor ve kendini sevmeyi tümüyle bırakıyordu ve ağır tempoda ilerleyen bir intiharla hayattan vazgeçiyor.
yaşadığımız onca hayal kırıklıklarından sonra kim bilir kaç zaman kendimizi bıraktık, kendimizle olan bağı kopardık.Yani evet dürüstlük, en çok da kendine karşı dürüstlüktü önemli olan. insanın içindeki iyiliğe ulaşabilmesinin tek yolu da charlie'ye göre, kendine karşı dürüst olmaktı. sevdiği adamın ölümü, charlie'nin kendiyle olan bağını tam da buradan koparmış. kendine karşı dürüst değil, kendini uyuşturarak yaşıyor. pişmanlıklar sarmalından çıkmayarak güya kendini cezalandırıyor, thomas'ın dediğinin aksine, onu tanrı değil, bizzat kendisi cezalandırıyordu ve kurtuluşa erdiren de yine kendisi oldu.
Aronofsky’nin filmlerinden çok sevdiğim bir başka özellik detayların içinde detay barındırması örnek olarak; ellie'nin sosyal medya postunda charlie'nin fotoğrafı altına "o yanmaya başladığında cehennemde bir yağ ateşi olacak." yazıyordu.
Eskiden balinaların yağını evleri aydınlatmak için kandillerde yakarlarmış bu da böyle bir bilgi. Zaten filmin altmetnini oluşturan zekaya hayran kalmamak cidden çok zor, ancak sıradan bir dram olacak bir hikayeyi, evirip çevirip, sen moby dick üzerinden metaforlarla beze ve ortaya bu sanat eseri çıksın.
Filme tek eleştirim, tek mekanda geçmesinden dolayı duyguları öncelikle diyaloglarla aktarmaya çalışmaları yanii bunu yaparken aceleci davranmaları, diyalogları oldukça çarpıcı fakat tek mekanda olduğu için sürekli yerli-yersiz anî yükselişler yaşayarak kapıyı çarpıp çıkan karakterlere neden olmuş. (bi ara pizzacının da meraktan içeri girip, bir replikte o patlatıp kapıyı çarpıp gitmesini beklemedim değil)
Breanden freaser Oscar'ı hak etmiş o çok çok ayrı, özellikle mimikleri, konuşurken alçalıp yükselen, en sinirli ve kırılgan halinde bile kendini dizginlemeye çalıştığını belli eden ses tonu ve halleri, ekrana yansıyan çaresizlik ile karışık masumiyeti oynamak değil de cidden yaşamış.
'Hiç insanların umursamamak için çaresiz olduğu hissine kapılır mısın?
Oldukça düşündürücü bir replikti. Esasında İnsanlar olarak duygusal varlıklarız, en ufak bir bağ, iletişime ve etkileşime muhtaçız.
‘Sen harika bir insansın ellie. umarım ne kadar harika bir insan olduğunu biliyorsundur.’
Kızına söyledikleriydi gözlerimin dolmasına neden olan, aslında ne kadar basit söylemek buna rağmen ne kadar az söylüyoruz bunu sevdiklerimize veya ne kadar az duyuyoruz. bu kadar pozitif mutlu eden bir cümle iken ne kadar cimriyiz cümlelerimizde yarını olmayacak bugünlerde. unutuyoruz aslında ne kadar kolay olduğunu iyi hissettirmenin ve aslında benciliz hepimiz, charlie düşüncelerinde yanılıyordu en acısı da bu. acaba hepimiz duygusal olarak biraz charlie miyiz? charlie'yi saran bu acı ve yalnızlık duygusu modern çağlarda sandığımızdan daha yaygın değil mi? ya da belki bu derin acıyla yüz yüze gelip yüzünü çeviren veya daha da kötüsü yüzüne gülüp akıllı telefonuyla onu kayda alıp yayan insanların yanındayızdır.
Sonda kalbimin sırf bu yüzden kırıldığını hissettim, charlie gibi insanların varlığını hep görmezden gelmekti sanırım beni üzen ve hayatın bir yerinde charlie’nin konumunda olacak olmamızdı.
Filmin müzikleri de melodrama ayak uyduruyor, yönetmenin her filminde olduğu üzere teknik kısımlara da ayrıca özen gösterildiği oldukça bariz, özellikle dar mekanda böyle bir görüntü yönetmenliği ve sıkmadan içine çekerek izlettirmesi.Gösterilen zıtlıklar özellikle bir iki sahnede göze çarpan gün ışığı kullanımını çok sevdim.
Ve ayrıca ben artık müzikleri hakkında ne desem az, ne desem eksik kalacağı için sadece (özellikle safe return için bu yorumum) bu yeterli;
“If music could cry, this is how it'd sound”
Daha bir çok detay konuşulmaya değerdi, bu kadar güzel ve değerli detaylar yazıma sığmayacağı için burada sonlandırıyorum, okuyanlara teşekkürler.
Dramatik yapısı, tek mekan atmosferi ve pişmanlık hikayesi ile the whale; darren aranofsky'nin filmografisine yakışır kalitede ve güzellikteydi, bence şans vermeniz gereken bir yapım.