Bu kitabı ilk olarak Antalya'da bulunan ve en nefret ettiğim kütüphane olan Doğan Hızlan'da görmüştüm. Ciltli olmasının yanında suratına bakılacak bir hali bile yoktu. Üzülmüştüm, "tozlu rafların arasında yitip giden bir eser daha" diye düşündüm kendimce ve fotoğrafını çektim. Kim…devamıBu kitabı ilk olarak Antalya'da bulunan ve en nefret ettiğim kütüphane olan Doğan Hızlan'da görmüştüm. Ciltli olmasının yanında suratına bakılacak bir hali bile yoktu. Üzülmüştüm, "tozlu rafların arasında yitip giden bir eser daha" diye düşündüm kendimce ve fotoğrafını çektim. Kim bilir belki okurum düşünceleri ile çıkmıştım kütüphaneden. Galerimi karıştırırken fark ettim ve çektiğim fotoğrafın üstünden tam olarak bir sene geçmiş. Bunun üzerine bir hafta önce de sipariş verdim ve en nihayetinde geçte olsa buluştuk kendisiyle. Tabi hasarlı gelmesi, BKM'ye sövmeler eşliğinde paketi açıp direkt başladım okumaya. Öncelikle basit bir "Bizans Dünyası" edebiyatı yok kitapta. O kültürü direkt okuyucuya aktarmak yerine kitaba yavaş yavaş dahil oluyorsunuz. Kronolojik bir şekilde sosyal hayattan yaşam tarzına, oradan evrilip savaş meydanlarına, oradan da saray entrikalarının bulunduğu ana kısıma kadar her şey güzel ilerliyor kitapta. Fakat tek sıkıntısı bu güzelim eserin dilinin ağır olması ve o kadar detayın içinde okuyucuyu boğması. Bunun dışında bir diğer eleştireceğim konu her sayfada yeni bir şey öğrenmenin hazzı bir yana, diğer sayfada öyle bir olay anlatılıyor ki, "Abi bu eleman ne alaka, sen kimsin" oluyoruz. Evet bir çok olay dönüyor kitapta, olaylar tarihsel bir şekilde aktarılıyor ama bunun alt yapısı okuyucuya asla verilmiyor. En basitinden bir örnek vermek istiyorum. Klasik saray hayatında ki imparatoriçe anlatılıyor. Şaşalı, bilgili, görmüş ve geçirmiş bir hanım. Bir kaç satır aşağı iniyorsun ve bir bakmışsın nereden geldiği bile belli olmayan bir eleman koskoca Bizans imparatoriçesini atmış yatağa ve fanfinfon yapıyorlar. Ve bu olay okuyucuya "adam içeri girdi, bir anda imparatoriçe ile yakınlaşmaya başladı" ile başlıyor. O adam kim, ne halta yarıyor, ne yapıyor, mevkisi ne ki imparatoriçe ile beraber diye soran yok. Hiç bir bilgi yok. Bilgiyi geçtim, Wikipedia'dan bakarım diye düşünüyorsunuz değil mi? Evet doğru, haklısınız. Fakat şöyle bir durum var ki adamın ismi veya en ufak bir cismi bile daha sonra anlatılmıyor. Ya tamam, olayı yaşa ve anlat okuyucuya ama elinde sonunda kim olduğunu asla öğrenememek pek bir şey ifade etmiyor. O yüzden kitabı okurken o kadar kafam karşıtı ki anlatamam. Bir şeyler oluyor ama isim yok, bilemiyorsun. Birisini farklı bir kişi saray içinde canice kesiyor ve biçiyor ama "o adam yaptı ve kapıdan çıktı" diye cümle bitiyor. Koskoca imparatoriçe düdükleniyor ve Bizans'ı bir noktada büyük bir sıkıntıya sokuyor ama "o adam girdi, düdükledi ve gitti" okuyorsunuz sadece. Çoğu olayda böyle. Evet bir şeyler anlatılıyor lakin Bizans kaynaklarının yetersizliği sebebiyle bir çok konu havada kalıyor ve bir noktada artık o kadar garip gelmeye başladı ki kitabın akışı, okuduklarımdan bir şeyler öğrenmek yerine gülmeye bıraktım kendimi çünkü mevzu bahis konular aşırı derecede saçma ve komik gelmeye başladı. Her yeni sayfada "aaa bu kişi gelmiş, bakalım kim ölür veya bıçaklanır, hiç olmadı birisi arada düdüklenir de kellesi gider" diye gülerek okudum. O kişilerin ismi olmadığı için artık Aykut Elmas repliklerini kafamda döndürüp o şekilde kendimce hayali isim ve ruh verdim karakterlere jdbfjdndjffn Tabi bu kısımlar kitabın tamamı boyunca değil, neredeyse 150 sayfa civarını kapsıyor ve bu da soğumaya yetiyor ama ben biraz daha şans vermeyi düşünüyorum. Şuan her ne kadar yarısından çoğu bitmiş olsa da detaylar havuzunda yüzmek bir yandan keyif veriyor, bir yandan da bıktırıyor. Neyse efenim, kitabı alıp okumanızı önermem şahsen ama "Ben deli gibi Bizans hayranıyım" diyorsanız bir şans vermenizi de önerebilirim.