Eser, ölüm sonrası insanın yaşayacağı evreleri ayet ve hadis ekseninde okuyucunun nefsine hitap ederek sırayla, adım adım anlatmakta ve bu yolculuğun adeta ön izlemesini yaparcasına etkili bir üslup kullanmaktadır.
Yazar, ilk mutasavvıflardan olan Cüneyd-i Bağdadî’nin hocası ve İmam Şafiî’nin talebesi…devamıEser, ölüm sonrası insanın yaşayacağı evreleri ayet ve hadis ekseninde okuyucunun nefsine hitap ederek sırayla, adım adım anlatmakta ve bu yolculuğun adeta ön izlemesini yaparcasına etkili bir üslup kullanmaktadır.
Yazar, ilk mutasavvıflardan olan Cüneyd-i Bağdadî’nin hocası ve İmam Şafiî’nin talebesi olan; nefsini çok hesaba çektiği için el-Muhâsibî lakabıyla tanınan ümmetin önderlerinden biri görülmektedir. Kitabı okuyalı biraz olmuşsa da tasvirleri zihnimde halen tazedir.
Ölüm hakkında duygu ve düşüncelerimi not ederken aklıma gelen bu kitabın yorumunuda eklemek istedim.
Şimdi ölüme dair bir kaç kelam:
Şu an tanıdığınız bir kimseden yarın öleceğinize dair telefonunuza bir mesaj gelse ne düşünürdünüz, nasıl bir cevap verirdiniz? “Kâhin misin sen kardeşim!” diye alay ederdiniz herhalde. Bir de bu durumun tam tersini konuşalım, yarın yaşamaya devam edeceğiniz yazılı bir mesaj alsanız sanırım bunu pek garipsemezdiniz, zaten olması gerekeni söylemiş gibi. Peki yarın ölmek kadar yaşamakta gelecek bilgisi gerektirirken, ölüm için düşündüğümüz öngörülemez gerçek yakıştırmasını neden yarını yaşamak adına da yapamıyoruz? Yaşamın bir garantisi mi vardı, yoksa sürekli bir akış halinde hayat döngüsünde geçip giden zaman mı bizi yanılttı? Sanki nefes alıp vermek verememekten daha mı baskın bir olasılıktı; halbuki bugün ölen insanların da bir dünü vardı. Öyleyse ölüm kadar yaşam da bir muallaktır o halde yaşam için planlar yapıp durduğumuz gibi ölüm adına da bir hedef skalası koymak muhakkaktır.
İnsanda ölüm korkusu, endişesi kadar en az yerini yapmış olan bir diğer duygu yaşama olan tutkudur -zıtlığının içinde anlam yakınlığı bulunsa da bu kavramlar tek bir kapının iki ayrı kulpu gibidir-. Alman filozof Schopenhauer'e göre yaşam istenci; doğanın onsuz var olamayacağı, içgüdüsel davranışları harekete geçiren, insan varoluşunda sonsuz olan doyumsuz bir çabaya neden olan "irrasyonel, bilgisiz, kör, kesintisiz" bir dürtüdür. Bu menfi hisler, ulvi bir yaratılış gayesine sahip insanın ömür sermayesinin bir gün tükeneceği hakikatini boğmakta, buna dair elzem çabalarına set olmaktadır. Fakat istenilen şey yaşama istediğinden kopmak, ölümü arzulamak da değildir. Pek tabi olan ölüm ve ötesi adına bilgi ve bilinci defaatle yenilemek; sonsuz alemin inşası için müspet bir gayrete soyunmaktır. Peki bu nasıl imkanlıdır, dünya başımızı o derece döndürmüşken? Bu soruyu ölüm ile yaşam arasındaki dengeyi ifade edecek, düşünce aleminizde derin derin irdeleyeceğiniz, hissedeceğiniz muazzam bir hadisi şerif ile yanıtlamak istiyorum: “Dünyada tıpkı bir garip hatta bir yolcu gibi ol!” (Bûhari)
Bu yolculuğun felsefesini kavramak için ölmeden önce ölmek sırrına ermelidir insan. Fani alemde mana cihetinde ölmeli ki dirilmek için madde ve mana aleminin yerle yeksan olduğu sancılı bekleyişler yurdu ahirette Rabbine geç kalmamak adına. Hem yarının dünyasında iman sancağı altında, İsa aleyhisselâmın ardında bir araya gelecekler, baki vatanda yaşamak için bugünden ölmeyi nefislerinde mümkün kılanlar ve takvayı azık edinenler olacaktır biiznillah.
Geleceğin başarısı bugünün çabasına bağlıdır. Bugünün çabası ahiret yurdu için nefisleri ihya etmekte saklıdır. “Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön. İyi kullarımın arasına gir. Cennetime gir.”
(Fecr Sûresi/ 27-30)