Spoiler içeriyor
Şunu belirterek başlayayım, Babalar ve Oğullar günümüz 14-17 arası yaş kitlesine hitap eden bir kitap. Kim ne derse desin ben kesinlikle bunu düşünüyorum. Elbet eserin her yaşça okunması gerekiyor fakat gençliğinizin ukte dönemlerinde okumadığınız sürece Bazarov’un geniş alnına “ukala” gibi…devamıŞunu belirterek başlayayım, Babalar ve Oğullar günümüz 14-17 arası yaş kitlesine hitap eden bir kitap. Kim ne derse desin ben kesinlikle bunu düşünüyorum. Elbet eserin her yaşça okunması gerekiyor fakat gençliğinizin ukte dönemlerinde okumadığınız sürece Bazarov’un geniş alnına “ukala” gibi yaftalar yapıştırmanız oldukça doğaldır.
“Kendi sözlerinin ahengi insanın üzerinde kuvvetli etki yapar.”
Bazarov karakterinin Nihilizmin soğuk ve dalgalı denizinde yer yer gemisinin kontrolünü kaybetse de, hayatının son dakikalarında tekrar dümeni ele alabilecek kadar akıllı olduğuna tanık olduğumuz Turgenyev eseri. Her insan elbet ki hayatının bir döneminde Nihilist olmuştur, (Her ne kadar Nihilizm günümüz felsefesinde çocuk oyuncağı olsa ve ben Nihilizme sıcak bakmasam da) insanoğlunun fikirleri ve ölesiye savunduğu ideolojiler bile bazen tatlı bir gülümseme ile, bazen ise kadife bir ses ile yerle yeksan olur. Aynı durumu yaşadım ki Bazarov’la bağ kurmamın en medeni sebebi de bu. Diğerleri “etik ahlak”a sığar mı bilemiyorum çünkü Bazarov’un çapkınlıkları benim epey bir hoşuma gitti. Yazılmış en Nihilist genç(!) olmasına rağmen onun sonunda insansı hareketler yaptığına şahit olmak beni eğlendirdi, ki kolay kolay eğlenen biri de değilim.
"Sormama izin verin, sanat neye lazımdır ki?"
Romanda ana karakter Bazarov sayılabilir. Her ne kadar Arkadiy’i daha çok beğensem bile roman genelde Bazarov’un etrafında dönüyor ki kendisi zeki, retoriği kuvvetli, fikirlerinde kesin ve kendine tek yol çizmiş bir genç. Ayrıyeten kendisi gibi olmayanları aşağılamaktan da geri kalmıyor. Kendini beğenmiş bencil bir yapısı olmasına nazaran maalesef zannettiği kadar da gururlu bir genç değil. Nikolay Petroviç'in konağından ayrıldıktan sonra Anna'nın yanına gitmesi, olmayacağını bile bile, daha evvel reddedilmişken; üstüne üstlük bir de Anna'ya Arkadiy hakkında anlattıkları tam bir komedi. İşte Bazarov’un ölümü tam olarak burada başlıyor. Hastalık kaptığında değil. Çünkü o duyguları yerine gururunu öldürmeyi tercih ediyor. Arkadiy'de çocukluğumu ve saflığımı tekrardan görmüş gibi hissediyorum. Bana kalırsa Arkadiy kitap genelinde çok zeki. Sadece kültürüne oldukça bağlı, ve bu bağlılığı onu Bazarov’dan uzaklaştırmakla kalmıyor iki dostun arasını da açıyor. Belki sempatim bundandır fakat Bazarov’un Arkadiy’e veda konuşması pek bir hoşuma gitmişti.
"Ah sevgili dostum görüyorsun ne yaptığımı... valizimde boş yer vardı, saman dolduruyorum oraya. Yaşam valizimizdir de öyledir işte; içinde boş yer kalmaması için eline ne geçerse dolduracaksın.."
Biraz Arkadiy’den gidelim. Kendisi Bazarov'a oldukça özenen, onun gibi inançlarında keskin, (aynı şekilde değil ama olsun) retoriği kuvvetli, başına buyruk olmak isteyen, ama duygusal tabiatı nedeniyle olamayan, kendine ve gerektiği zaman insanlara güven konusunda büyük sıkıntıları olan, özellikle Anna özelinde yenilgiyi kabullenebilen, verilen sevginin karşılığını sunmaktan, romantizm ve sanatın ruhunu yumuşatmasından çekinmeyen bir karakter. İlgiye, sevgiye biraz muhtaç bir yapısı var, anne arayışı biraz hissediliyor. Katya'da bir anlamda onu bulmuş gibi zira en sonunda ipleri onun eline verdiğinden onun hakimiyetine girdiğinden bahsediyor anlatıcı. Katya ona sevdiği ve ilgi verdiği müddetçe Arkadiy'in bundan sıkıntı duyacağını sanmıyorum.
"Zaman bazen kuş gibi uçar gider, bazen sümüklüböcek gibi ilerler; ama insanın en çok hoşlandığı, onun çabuk mu, yavaş mı geçtiğini fark etmemesidir."
Gelelim Anna’ya, Rus hanımefendisi sevici arkadaşlar bana biraz kızabilir fakat bana kalırsa Anna oldukça rezil bir leydi. Kitabın sonunda yine bir mantık evliliği yapması da cabası. Arkadiy ve Bazarov’u doğu ve batı olarak varsayalım. Doğu ne kadar sıcaksa batı da o denli soğuk. Katya’yı doğunun en uç tarafı olarak değerlendirirsek Anna da bir o kadar soğuk ve bir o kadar batılıdır. Arkadiy ortada kalmaya çalışır, Bazarov ise Anna’ya kendini ne kadar itse de ortanın biraz ötesindedir sadece. Bu yüzden yalnızdır Bazarov. Bu yüzden hasta ve yalnız olmayı kendine yakıştırır. Ama bu konuda da durmaz çelişir kendiyle. Bazarov son dakikalarında Anna’yı yanına çağırdığında hastalığı da yakıştırmaz kendine. Şimdi orada bir duralım, Bazarov tam olarak ne istiyor? Kitabın sonlarına doğru kendine ihanet ettiğinin farkında olan oldukça genç bir doktor görüyoruz. Ölüme yaklaştığında ise o tam bir Nihilist. Son dakikalarında sapkınlıklarına devam edebilecek kadar cesur. Burada kafamız karışabilir. Çoğu okur “Ne ulan bu Bazarov?” demiştir illa ki. Cevap vereyim: İki yüzlü biri!
“Sevgi, kutsal ve sadık; sevgi her şeye kadir değil midir? Ah, evet! Bu mezarda ne denli tutkulu, günahkar, isyankar bir yürek yatıyor olursa olsun, üzerinde yetişen çiçekler gene de masum gözleriyle uysal, sakin bakar bize.“
Bazarov’un Nihilistliği bir kadına deliler gibi aşık olana kadardı. Onu devirecek güç yokmuş gibi özgüvenliyken tek bir kadın ile Nihilizmin dibini gördü. Yine de son nefesinde bile acı gerçeklerden bahsetmekten geri durmadı Bazarov. Biraz kibirliydi. Deli cesareti vardı bu genç doktorda. Her şeye rağmen orijinal bir Nihilistti. Hem de dünyanın gerçek bir Nihilisti kaldıramayacağı, onun hakkını veremeyeceği bir zamanda yaşamıştı. Bana kalırsa intihar etti Bazarov. Anlamsızlık onu delirtiyordu çünkü. Her şeyin anlamsızlığı bir yana, en çok aşk yaraladı onu. Daha genç, hatta çocuk sayılacak yaşta iken gördü dünyanın uçurumdan karanlığa yuvarlandığını. Ölene kadar söylendi durdu. Anlatmaya çalıştı kendine has üslubuyla. Başta Pavel Petroviç olmak üzere kimse tam anlamıyla dinleyemedi onu. En sonunda Bazarov da kendi gibi iki yüzlü ölüme bıraktı ruhunu. Onun böyle bir son edinmesine üzüldüm mü? Pek değil, fakat yapabilecekleri ve yapmadıkları içimde ukte kalmadı değil. Kitabı bitirip rafımdaki yerine yerleştirdiğim zaman Bazarov’u az da olsa özlediğimi fark ettim. Nedendir bilinmez, iki sene kadar önce ben de bir Bazarov’dum.
”Çok eski bir gerçektir ölüm ama herkese yeni gelir."
Bazarov’un birkaç tutarsızlığını ve neden anlaşılmadığını anlatmak istiyorum. Nihilizmi benimseyen Bazarov kitabın bir kısmında Nietzsche'nin devesine atıfta bulunarak “deveyim ben ve görevlerim var benim” derken yine kitapta prensiplerinin olmadığından bahseder. Maneviyata, ruha inanmamakla beraber insanın içinden kurtulmayı isteyeceği duygulardan söz ederken yaşamın duygular üzerine kurulu olduğunu da söyler. Ona göre istekler ve davranışları duygular şekillendirir. Bundan kurtulmamız gerektiğini ima etmesinden pek emin olamasam bile duyguları yavan ve boş bulduğunu hissetmiştim hep. Artı olarak Anna ile konuşmalarında ruhsal hastalıkların çözümünün toplumu düzeltmekle ortaya çıkacağını savunuyor fakat toplum için çaba sarfetmenin gereksizliğinden bahsediyor. Bu yüzden Pavel’in saygısını kazanamadığını düşündüm hep. Son düellolarına kadar bu böyleydi, tabii hâlâ Pavel Petroviç’in saygısını kazanamadığını düşünüyorum. Belki “saygı” mevzusu bizim Nihilist genç için o kadar da önemli değildir. Kendisiyle karşılıklı bir şekilde konuşsaydım bu argümanları alaya alarak kestirip atacağına da eminim. Üzerinde durmanın anlamı yok bu yüzden.
Turgenyev kitapta anlatmak istediğini oldukça yalın lakin içten anlatmış. Okuması pek bir keyifli, yaşattığı hissiyat için yaşlandığımda tekrar okumak isteyeceğim bir eser. Kitabı her nesilden insana öneriyorum. Eğer bir zaman makineniz varsa geçmişe dönerek eski benliğinize okutmanızı tavsiye ederim.