"insanoğlu garip bir yaratık. Geriye dönüp, nereden nereye geldiğine pek bakmaz. Övüldükçe, alkışlandıkça kendine güveni artar ve herşeyin en iyisini sadece kendisinin yaptığını sanır. Gitme zamanının, değişiklik zamanının geldiğini göremez veya kabul etmez. Oysa toplumlar, altı dibine kadar açılmış ateşte…devamı"insanoğlu garip bir yaratık.
Geriye dönüp, nereden nereye geldiğine pek bakmaz. Övüldükçe, alkışlandıkça kendine güveni artar ve herşeyin en iyisini sadece kendisinin yaptığını sanır. Gitme zamanının, değişiklik zamanının geldiğini göremez veya kabul etmez. Oysa toplumlar, altı dibine kadar açılmış ateşte kaynatılan su gibidirler. Isı arttıkça, buhar dışarı çıkmaya çalışır. Delik bulamazsa kapağını fırlatır..
İşte demokrasilerin en güzel yanı budur. demokrasinin kuralları iyi işletildiğinde bir subap görevi yaparlar. kapağı patlatmadan sıkışmayı yok ederler.
Demokrat partinin talihsizliği daha emekleme dönemindeki bu demokrasinin kurallarını bir türlü işletememesi veya işletmek istememesiydi. alkış aldıkca kendine güveni artmış, bir defa özgürlüğü tatmış çevreleri - bunlar ne kadar kısıtlı olursa olsun - sertlikle baskıyla yola getirebileceğini sanmıştı. sonunda artık işin ucu kaçmış, tren rayından çıkmış dengeler bir defa bozulmuştu.
Deneyimli demokrasilerde en yapılmayacak, en düşünülmeyecek şeyler yapılmaya düşünülmeye başlanmıştı. Final çizgisi için geriye sayma 1959 baharında başladı. ve bir yıl boyunca ülke soluk soluğa "geliyorum" diyen bir ihtilale doğru koştu. bu adeta demokrasinin intihar koşusuydu."
Alıntı kitabın 7. bölümü (isyan)
109. Sayfasındandır.
Belgesel; Mehmet Ali Birand, Can Dündar ve Bülent Çaplı'nın hazırladığı, müziklerini Fahir Atakoğlu'nun yaptığı, 1946 - 1961 yılları içinde Türkiye’nin çok partili siyasi döneme geçişini, Demokrat parti dönemi ve 27 mayıs darbesini içeriyor.
32. gün belgesellerinin, 1930'lardan başlayıp 2000'lere kadar süregelen olayların, yaşananların, demokrasi sancıları ve darbelerinin ilk bölümü olan belgeselidir.
Devamında sırasıyla 12 mart belgeseli, 12 eylül belgeseli, Özallı yıllar, 28 şubat belgeseli izlenirse türkiye cumhuriyeti'nde bugüne kadar neler yaşanmış, kim ne yapmış, kim iyi kim kötü hepsinin cevabını kendi nezdinizde verebilirsiniz, ülkeye ve demokrasiye bakış açılarınız değişir, ki bana kalırsa her türk gencinin izlemesi gereken bir belgesel, açıkçası yakın tarihimize bu denli detaylı ve tarafsız bakan başka bir yapım bilmiyorum ne yazık ki..
Aynı isimde kitabı da mevcut ben onu da severek okudum tavsiye ederim ancak belgeselin fotoğraflarlarla daha kapsamlı olduğuda bir gerçek.
Belgeseli zenginleştiren onu en iyilerinden biri kılan kısmıda röportaj kısımlarıydı..
Cemal Madanoğlu, Alparslan türkeş, Cemal gürsel, Metin Toker, Kasım Gülek Cüneyt Arcayürek gibi daha nicelerinin anıları ve düşünceleriydi, ki ben en çok bu kısımları sevdim.Mehmet Ali Birand’ın bu ülkedeki en iyi gazetecilerdendi. Bu belgesel de onun şaheserlerinden biri, böyle bir arşiv için kendisine minnettarım.
Özellikle Cemal Madanoğlu’nun olduğu kısımlar çok ayrıydı kendisi benim çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir şahsiyet, anılarını, o zamanlarda neler hissettiğini ondan duymak çok güzeldi.
Belgesele rağmen (özellikle son bölüm) benim Menderes hakkındaki düşüncelerim hiç değişmedi ancak bu olayların üzücü yanını daha iyi anlamam sebep oldu o da şu ki; bu ülke bir başbakanını astı ve ne yazık ki tarihinin utanç sayfalarında yerini aldı. Hepimizin siyasi görüşleri, ideolojileri farklı olsa da darağacına giden bir yolda hüzünleniyoruz. Kötü şeylere sebep olanları, yaptıklarını, söylediklerini göz ardı edebiliyoruz. 8 bölümdür hoşlanmadığım Menderes için de bu geçerli. Her ne olursa olsun seçimle gelen seçimle gitmeliydi. Birand’ın da dediği gibi; böyle bitmemeliydi.
Ayrıca değinmek isterim hem iktidar hem muhalefet oldukça kültürlü ve seviyeli insanlarmış, köylüsü de öyle kentlisi de adamlar birbirine psikopat dediler diye yer yerinden oynuyor ama gel gör ki asla buna karşılık verilmiyor, asıl şimdiki meclise baktığımda görüyorum hasoları memoları, ilerlemek yerine nasıl gerilemişiz belgeselde bunu izlemek beni gerçekten üzdü. Belgeselin verdiği en güzel mesajlardan biride hiçbir yönetim şekli nefretten daha tehlikeli olamaz, ne yazık ki yaşananlardan hiçbir ders almamışız şuana bakacak olursakta onca yaşananlardan sonra Atatürk’ün şu sözünü de hiç anlamamışız;
”Yurtta sulh, cihanda sulh.”
Bu ve benzeri belgeselleri izleyenlerin veya dönemle ilgili okumalar yapanların farkedeceği gibi neredeyse değişen hiçbir şey yok, gücü eline alan; o hiç bırakmayan yöneticiler alınması gereken dersi almaktan oldukça uzaktalar. Milleti sömürmekten, baskıcı ve yasakçı unsurları kullanmaktan asla geri durmuyorlar, en acısı ise bu belgeseldeki görüntülerde gördüğümüz kalabalık mitinglerin içinde bizde bir bireyiz, hâlâ kimimiz ağır kimimiz hafif bedeller ödüyoruz.. Tarihin sadece öğrenilmesi gereken bir olgu olmaması dileğiyle.
Dipnot: Belgeselin adı "demokrat" kelimesine yabancı olan telaffuz etmekte zorlanan anadolu insanımızın bulduğu bir çözümdür.