Sevgili Raf ahalisi, nasılsınız? 🪄 Bu aralar hakkında birçok okuma yaptığım ve hatırı sayılır bi' aydınlanmaya ulaştığım bir konu hakkında sizleri de aydınlatmak ve sizler tarafından aydınlanmak istedim. Dilerim sıkılmazsınız ~•° 𝚃𝚛𝚊𝚗𝚜𝚓𝚎𝚗𝚎𝚛𝚊𝚜𝚢𝚘𝚗𝚎𝚕 𝚃𝚛𝚊𝚟𝚖𝚊 𝙰𝚔𝚝𝚊𝚛ı𝚖ı 𝚟𝚎 𝙴𝚙𝚒𝚐𝚎𝚗𝚎𝚝𝚒𝚔 𝙺𝚊𝚕ı𝚝ı𝚖 Hiç durup dururken…devamıSevgili Raf ahalisi, nasılsınız? 🪄
Bu aralar hakkında birçok okuma yaptığım ve hatırı sayılır bi' aydınlanmaya ulaştığım bir konu hakkında sizleri de aydınlatmak ve sizler tarafından aydınlanmak istedim. Dilerim sıkılmazsınız ~•°
𝚃𝚛𝚊𝚗𝚜𝚓𝚎𝚗𝚎𝚛𝚊𝚜𝚢𝚘𝚗𝚎𝚕 𝚃𝚛𝚊𝚟𝚖𝚊 𝙰𝚔𝚝𝚊𝚛ı𝚖ı 𝚟𝚎 𝙴𝚙𝚒𝚐𝚎𝚗𝚎𝚝𝚒𝚔 𝙺𝚊𝚕ı𝚝ı𝚖
Hiç durup dururken içini tarif edemediğin bir hüzün kapladı mı? Hayatında ters giden hiçbir şey yokken, sanki başka birinin acısını taşıyormuşsun gibi hissettin mi?
Ben bunu yaşamış ve arkadaşıma "Paralel evren varsa ve orda yaşananları bizim de hissedebildiğimiz bir şekildeyse, bu hafta ya terk edildim ya da sevdiğim biri öldü." demiştim. Başta güldü tabi ama ben ciddiydim, mutlu bir dönem geçirmeme rağmen durduk yere psikolojik acılar çekiyordum.
Sorgulamalarımın yoğunlaştığı o süreçte "Seninle Başlamadı" adlı kitabı gördüm ve hemen okumaya başladım. Tam olarak benim bahsettiğim durumu bilimsel bir şekilde ele almıştı. Kitap benim nezdimde gönderi atılmayı pek hak etmiyor çünkü güzel bir konuyu basit ve etkileyici bir şekilde ele almasına rağmen; fazla yüzeysel, metaforik ve sürrealist bir yaklaşımı vardı. "Yok devenin nalı" diye diye ilerlettiğim kitapta en sonunda dedim ki ben bu konuyu kendim derinlemesine araştırmalıyım.
Hadi başlayalım 🐣
Epigenetik, genetik bilginin ötesine geçen, yaşanmış deneyimlerin hücresel hafızasıdır. Klasik genetik yalnızca DNA dizilimini aktarırken, epigenetik; travma, stres ve çevresel etkilerin "gen ifadesi" üzerindeki değişimini nesilden nesile taşıyabileceğini söyler.
Anneniz kendi hayatında travma denecek bir şey yaşamış, veya size hamileyken böyle bir duruma maruz kalmış olabilir. Daha da ötesi anneanneniz, annenize hamileyken; annenizin mevcut üreme hücreleri bu genetik kalıtımdan bir iz barındırıyor olabilir. (Kadınlar yaşamı boyunca kullanacağı tüm yumurta hücrelerini en baştan üretir ve ölene kadar yenisi oluşmaz, bunları kullanır. Yani anneniz, annesinin karnındayken sizi de barındırıyor: 𝘛𝘦𝘬 𝘷𝘶̈𝘤𝘶𝘵𝘵𝘢 3 𝘯𝘦𝘴𝘪𝘭)
Mark Wolynn bu gerçekliği fazla dramatik ve iddialı bir şekilde ele alıyor, sanki ta o zaman yaşananları her türlü biz de yaşayacakmışız gibi. Böyle değil. Biyolojik olarak ifade edilen doğru, psikodinamik olaraksa o travma üzerinde taşıyıcı olma 'olasılığımız' mevcut; çünkü hayatımızı şekillendiren çok daha baskın ve etkili süreçlerimiz var. Buna bakarak direkt bir çıkarımda bulunamayız.
Şu alıntı ise anlatılmak isteneni özetler nitelikte: "DNA metilasyon değişiklikleri, travma ve stresin nesiller arası aktarımında en çok belgelenmiş epigenetik değişiklikler arasındadır. Bu değişiklikler, çevresel deneyimlerin (örneğin, şiddetli stres) gen düzenlemesinde sonraki nesillerde nasıl değişikliklere yol açtığını açıklayan olası bir moleküler bağlantı sağlar "¹
Yani anlayacağınız, yaşadığınız beklenmedik ağır duygu durumlarının tek sebebi sizin hayatınız olmayabilir.
Peki ama bu aktarım sadece bir hissiyat mı? Yoksa bilim dünyasında karşılığı olan, gözlemlenmiş bir gerçeklik mi?
Epigenetik biliminde yapılan güncel araştırmalar (meraklısına kaynak atabilirim), yaşanılan travmaların yalnızca psikolojik değil, biyolojik izler de bıraktığını ortaya koyuyor.
Soykırıma uğrayan bir ailenin yanında zorunlu göç etme durumunda bulunan bir çevre de bu stres ve travmadan etkileniyor. Travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bireylerin çocuklarında da kortizol seviyelerinde benzer bozulmalar olduğunu bu tarz bazı çalışmalarla görüyoruz. Örneğin 11 Eylül saldırıları sırasında hamile olan kadınlarda görülen yoğun stres, doğan bebeklerin stres düzenleme mekanizmalarını da etkilemiş. Yani yaşanmış bir acı, sadece anlatılarla değil; moleküler düzeyde de nesilden nesile aktarılabiliyor.
Gelin bir de biyolojik aktarımın ötesinde, psikoanalitik ve psikodinamikte bu durum nasıl açıklanıyor ona bakalım?
Freud, “Yas ve Melankoli” adlı makalesinde (Sigmund Freud'un bu konu hakkında çok fazla araştırması ve kuramı var, pek çok kısımda ondan referansın aldığımı söyleyebilirim), bastırılan yasın bilinçdışı bir şekilde depresyon ve melankoliye dönüşebileceğini belirtmiştir.
Eğer kayıplar dile gelmiyor, yaşanamıyor, yas süreci tamamlanamıyorsa; o yük, bir sonraki kuşağa devredilebiliyor. Psikanalistler bu durumda yeni kuşağın, bir başkasına ait olan duyguyu 'adeta kendiymiş gibi' taşıdığını ifade eder.
Carl Jung bunun kolektif bilinçdışı içinde yer aldığını, özellikle aile sistemlerinde kuşaktan kuşağa aktarılan bir "duygusal miras" olduğunu psikanalitik kuramında savunur. Bu konu hakkında söylediği "Bilincinize getirmediğiniz her şey karşınıza kader olarak çıkar" sözü de olguyu özetler nitelikte.
Üstü örtülen ve saklanan travma, gelecek nesle gönderilmek üzere hazırlanmış bir mektup gibi. Onun üzerini kapatmanız, postalamak adına zarfa koymanızla aynı anlamda; travmaya aktarılmak için fırsat tanıyor.
Bunları öğrendikten sonra kendi yaşadığım hayata daha farklı bir pencereden bakma olanağı buldum. Ve soy ağacımı güvenilir kaynaklardan (bknz.büyükler) sorguladım. Bununla alakalı da bir alan varmış bu arada; aile soyunun yanında yaşanan travmaları da inceliyor: Psikogenealojik veya Genogram.
(Daldan dala atlamamam gerek, üf)
Sonuç olarak kendi hayatımdan böyle izler buldum, kendi hayatımda yaşadığım ve gelecek nesle aktarılabilecek şeyler buldum ve bir de oturup kendi akışımı kesmenin yanında kendimden geleceğe bir akış olmaması için de uğraşacağım 🤗
Peki neden bu aktarımı siz devraldınız? Neden önceki kuşakta veya kardeşte değil de sende ortaya çıktı? Bunun sebebi de duygusal yatkınlıkmış. Eğer bu tarz duygu durumları için müsait bir yapıya sahipsen bu akış sende ortaya çıkabiliyor. Buna da psikolojide "Bilinçdışı sadakat” (Loyalty to the unconscious family narrative) deniyor. Kısacası size aktarılan 'emaneti' (böyle geçiyor çok acayip) kabul edecek ve bu farkındalığa, yaşadığınız duygu değişimlerinin kaynağına ulaşmanın rahatlığıyla (beynimiz belirsizlikleri sevmez ve sorunun kaynağını bulduğunuzda bile, gevşeme denilen tedavideki ilk adım sağlanmış olur.) bilinçli bir yaklaşım sergileyeceksiniz.
"Nyc, nyc; illaki aktarılmak zorunda mı veya bunu hayatımda yaşamak zorunda mıyım?!" dediğinizi duyar gibiyim. HAYIR efendim. Öyle bir şey yok. Yaşadığınız ve anlamlandıramadığınız duruma, bilimsel bir pencereden bakıyoruz.
Zaten bireyin DNA’sında taşıdığı “potansiyel” bir epigenetik iz, ancak çevresel bir stresle “açığa çıkar” ya da “sessiz kalmaya devam eder." Bu, bilimsel olarak “differential susceptibility” (farklı duyarlılık) ya da “epigenetic plasticity” terimleriyle de açıklanır.
Yani eğer yaşanan travmayı tetikleyecek bir durumla karşılaşmazsanız veya yaşantınız bu tarz geri dönütlere sebep olacak şekilde huzursuz, travmatik değilse; yüksek ihtimalle haberiniz olmadan yaşayıp gidecek ve sadece bir taşıyıcı konumunda olacaksınız.
Bunların uyarılması durumunda ise taşıyıcı konumundan 'şifacı' diyebildiğimiz fark eden ve iyileştirerek gelecek nesle aktarılmasını engelleyen kişi olacaksınız. Bu bir lanet değildir unutmayın, gelecek neslin bir nevi koruyuculuğudur.
*taşıyıcı ifadesi olayı daha açıklayıcı kılmak içindir, bilimsel bir kavram değil.
Yazı uzadıkça uzuyor ve belki aklınızda sorular vardır. Uzun uzun açıklamak istediğim ama yapamadığım kısımlar oldu, bunun için maalesef yapabileceğim bir şey yok. Sorularınız varsa sorun, cevaplayalım :)
Dilerim ki bende olduğu gibi sizde de bir aydınlanma yaşanmış, yazıyı yazarken aldığım keyfi okurken yaşatabilmişimdir.
Kendinize iyi bakın, ki gelecek nesil böyle dertlerle uğraşmasın .d
🪷
.
.
.
¹https://www.mdpi.com/1422-0067/26/7/3075
*bilgilerimi tekrar doğrulamak adına Chat Gbt'den yardım alınmış, aktarılan tüm cümleler onaylanmıştır.