Oyuncularından dolayı prim yapan çok da matah olmayan bir dizi çerezlik Ben sevmedim açıkçası. Başladim diye bitirdim ama izlemesem de bir şey kaybetmezdim. İrite eden donuk klişe diyaloglar.. Ne bileyim gerek var mıydı yani
Spoiler içeriyor
Yavaş akan filmler serisine +1 yapmış bulunuyorum. Daha hareketli yapımları tercih ediyorsanız sıkılırsınız. Eski bir film olmasından dolayı zamanına göre değerlendirmek gerek. Vietnam Savaşı sonrası gazi olan karakterimiz Travis uyku sorunları yaşıyor. TSSB belirtileri gibi kısmen ama ben olsam tanı…devamıYavaş akan filmler serisine +1 yapmış bulunuyorum. Daha hareketli yapımları tercih ediyorsanız sıkılırsınız.
Eski bir film olmasından dolayı zamanına göre değerlendirmek gerek. Vietnam Savaşı sonrası gazi olan karakterimiz Travis uyku sorunları yaşıyor. TSSB belirtileri gibi kısmen ama ben olsam tanı vermezdim çünkü travisin savaştan önce de kısmen böyle biri olduğunu düşünüyorum. İletişim ve sosyal sorunları olan biri. Kendisinin de söylediği gibi çok yalnız. Betsy den hoşlandığında onu kalabalığın içindeki onca pislikten ayıklayıp bembeyaz tertemiz gördüğünü söylemişti. Sonrasında kızcağızı porno filmi dateine davet etmesiyle tekmeyi yedi tabi. Bence yalnız olmasının sebebini bulmak çok da zor değil. Gerçekten sosyal becerileri eksilerde bir tip. Çoğu diyalogda sadece sessizce beklediğini insanı sinir eder derecede ruhsuz olduğunu görüyoruz. Sanki içinden konuşup cevap veriyor ve buna rağmen karşı tarafın onu anlamasını bekliyor gibi. Betsy ilk buluşmada pornografik filme mi gidilir diyerek sinemadan çıktığında "böyle karşılayacağını bilemedim" Demesinden anlaşılıyordur heralde. Kendi kafasında bir normal var ve herkesin bu normali paylaşmasını bekliyor. Sonrasında kızın ofisini basıp bağıra çağıra olay çıkarması da bunu destekliyor. "Sen de herkes gibiymişsin!" Diye bir serzenişi vardı. Ulaşamadığı ciğere mundar der hesabı...
Her neyse karakterin sessizliği ve bozuk algıları yüzünden uzun bir süre betsy e saldıracak sandım. Travis onun yerine betsy nin sevdiği birine saldırdı. Politikacı palentine... Saldırı esnasında saçı savaşta askerlerin yaptığı saç modelinin aynısı. Yani bunu bir görev bilinciyle yaptığını görüyoruz. Kendisini oradan uzaklaştırması için yalvaran fahişeye tepkisiz kalmasının ardından tüm motel ve pezevenkleri öldürmesi de bu görev bilincinden geliyor. Kahraman olmak istiyor abimiz.
Son sahnede betsy ile ilgili kurgusu da bence gerçek değil. Zaten zaman örgüsüne uymadığı da çok açık.
Spoiler içeriyor
Film afişinden dolayı hep nicole Kidman oynuyor sandığım filmdi. İlk olarak çok rahatsız hissettirdi. Belli aralıklarla molalar verdim. Sinematik olarak çok başarılı, Jake e zaten diyecek sözüm yok en beğendiğim erkek oyunculardan biri kendisi. İçeriğe gelecek olursam -spoiler kısmı belki…devamıFilm afişinden dolayı hep nicole Kidman oynuyor sandığım filmdi.
İlk olarak çok rahatsız hissettirdi. Belli aralıklarla molalar verdim. Sinematik olarak çok başarılı, Jake e zaten diyecek sözüm yok en beğendiğim erkek oyunculardan biri kendisi.
İçeriğe gelecek olursam -spoiler kısmı belki burada devreye girebilir- oyuncu seçimlerinden dolayı susan'ın unuttuğu bir travma mı ortaya çıkacak, kitapta buna mı değiniyor diye düşündürdü. Bir süreden sonra bu ihtimal ortadan kalksa da beni bu ihtimal bile gerdi.
Susan'ın annesine olan nefreti ve ona benzeme korkusu Edward'la olan ilişkisinin sonunu getirdi. Burada birkaç ihtimal sekmesi açılıyor.
1-susan gerçekten Edward'ı sevdi mi yoksa annesine benzemekten korktuğu için tam tersi biriyle evlenerek annesine kendince baş kaldırmış ve ona benzemediğini kanıtlamış mı oldu?
2-edwardı gerçekten sevdiyse ayrılık aşamasında annesine olan benzerliğini kabullenmek zorunda kaldı. Bu o kadar sancılı oldu ki yeni evliliğinde mutsuz da olsa devam ettirmek zorunda kaldı. Burada da bir baş kaldırı var aslında. "Bak anne senin dediğin oldu Edward tan sıkıldım ve tam senin istedin gibi biriyle evlendim yine mutsuzum" İçten içe mutlu olmayı blokajlayan şey annesini haksız çıkarma arzusu olabilir.
Kitaba gelelim. Edward susanın ona hissettirdiği "zayıflık" duygusunu yazdığı karakter olan Tony e farklı bir yoldan hissettirdi. Karakterler arasında çok güçlü dramatik bir ağ kurarak "bana inanmadın ama bak ben bunu yazabilecek biriydim eğer benimle kalsan görürdün" dedi adeta. Yani bilemiyorum evet bu bir intikam ama çok daha iyi bir sona bağlanabilirdi sanki. Film kesinlikle güzeldi ama farklı örüntüler kullanılsa daha da iyi olabilirdi belki.
Küçük İskender'in okuduğum ilk kitabı oldu. Son olmayacak. Kısa kısa düz yazılardan oluşan bu kitap ölmeden önce yazdığı en güncel kitaplardan biri (2016 yılıydı sanırım) Ben iskenderi tersten okumaya başlamış oldum. Hareketli tarzıyla şiir dünyasında magazinsel bir duruşu da olan…devamıKüçük İskender'in okuduğum ilk kitabı oldu. Son olmayacak. Kısa kısa düz yazılardan oluşan bu kitap ölmeden önce yazdığı en güncel kitaplardan biri (2016 yılıydı sanırım) Ben iskenderi tersten okumaya başlamış oldum. Hareketli tarzıyla şiir dünyasında magazinsel bir duruşu da olan İskender'i şahsen de tanımak isterdim doğrusu. Dönemimizde eşi pek bulunmayan, iyisiyle kötüsüyle şahsina münhasır, tek tipleşmemiş insanlardan. Her yönüyle sevmek, kusursuz bir çerçeveden bakmak zor biri ama zaten mükemmel bir görüntü vermek gibi bir derdi de yok. Ben bu tavrını çok sevdiğim için Küçük İskender okumaya devam edeceğim.
İçeriğine gelecek olursam kitabın ilk yarısını son yarıya göre daha çok beğendim. "Herkes birilerine kalır" bölümü en sevdiğim bölüm oldu. Çocukluğun hayatta kalmak için kasıtlı olarak yitirilişini güzel yazdığını düşünüyorum. Çocukluk insanın en masum, en farklı ve başkalarından etkilenmeyen yanı. Büyüdükçe bu özel ama uyumsuz varlığı yaşatmak toplumsal açıdan zorlaşıyor hatta imkansızlaşıyor. Kişi dışlanmamak adına bu çocuksuluğu kasıtlı olarak terk etmek zorunda kalıyor. Ne zaman ki birinin yanında rahat hisseder o zaman kendini bulup biraz çocuksulaşıyor. Bu bölümden sevdiğim bir parçayı koymak istiyorum.
"İnsan çocukluğunu başkalarından gizler. En zayıf noktasıdır çünkü. Yalın ve yalansız yanları şantaja yol açabiliyorsa kime seslense, kime danışsa, kime sığınsa, çaresizlik, pişmanlık ve çözümsüzlük onu gölge gibi takip edecektir. Dizleri kanayan, hala soba üzerinde pişen kestaneleri özleyen, masallara inanan, arkadaşlarını delicesine seven bir çocuğu herkes hor görecektir. Hayat psikolojiye tahammül edemez. Onu bozarak sistemine katar, rengini çalar. "
Bir diğer çok sevdiğim bölüm "babalar günü katliamı" Küçük İskender babasıyla ilgili yaraları olan biri bu yüzden bu konunun onda yazı ilhamı yarattığını bile düşünüyorum. Babası oldukça entelektüel bir adammış. Kitaplara ilgisi çok yüksekmiş ki kitabı tutuşa kadar dikkat eden, benim duyduğum gerçek edebiyatseverlerden. Ancak Edip Cansever'i hiç sevmediği de bir oturumunda Küçük İskender'den duyduğum bir bilgi. Küçük iskender' ın Edip Cansever atıfları oldukça fazla. Edip Cansever'i sevişi bile benim zannımca bir başkaldırı... Her neyse Freudyen bakış açımı bırakıp yine bir iki alıntı yazacağım:
"Annelik doğal bir süreç taşırken, babalık sonradan eklenen, eğer üzerinde durulursa ciddiyet kazanan bir durumdu ve babamın buna vakti yoktu."
"Ben babamı anlamamıştım o da benim kim olduğumu bir türlü çıkaramamıştı."
"Babam bir yalan üzerine kurduğu babalığını, büyük bir dürüstlük ile kurduğu insanlığı ile barıştıramadı"
"Çünkü annelik olan; babalık olunan bir şey"
Hayattasın dediler üzerime alınmadım bölümünde çok beğendiğim bir yorumu var:
"Ukalalığımız, kibrimiz, küstahlığımız, bizi kısmen üstün kılsa da içten içe farkındayızdır ki bunların kaynağı yetersizliğimizden doğan korkularımız, fobilerimizin ve alelacele bulmamız gereken sığınak ihtiyacımızdır."
Yormak bölümüne bir atıf yapayım:
"Bu coğrafyada iktidarların halkı yönlendirmek için geliştirdiği yöntemin tek fiile indirgendiğini söyleme zamanım geldi: yormak. Ölümlerle yormak. Ekonomik sıkıntı ile yormak, yasaklarla yormak, direktiflerle yormak, bekleterek yormak, toplu taşımada üst üste yığarak yormak, devlet dairelerinde suratsızlıkla yormak. Mutsuzlukla sınayarak yormak. Ayırt ederek yormak. Yok sayarak yormak. Küçümseyerek yormak, cinsellikle yormak, dinle yormak, muhafazakarlıkla, korkutarak, yalanla yormak.. "
"Değişmeyi bozulmak, gelişmeyi adresinden uzaklaşmak, denemeyi kaybolmak sanıyor halk."
Son olarak "mutluluğun vahşi tarafları" bölümünden:
"Teşebbüs ettiğin neyse osun bir zamanlar fısıldadığım gibi; çok ayıp bir şey mutluluk"
Yazmak insanın gerçek okuyucusuna parça parça verdiği puzzle parçaları gibi. Bütünen okunduğunda, eğer gerçek bir okuyucu varsa, çok tehlikeli bir deşifre. İnsanın kendini çırılçıplak, savunmasız hissedeceği bir alan. Buna cesaret edebilmek yürek istiyor. Hem karşıda gerçek bir okuyucu yoksa ve bütün bu çabama rağmen anlaşılmazsam kaygısı, hem ya anlaşırsam korkusu..
Spoiler içeriyor
Çok sevdiğim birinden gelen özel bir hediyeydi bu yüzden okumak bana ayrıca bir keyif verdi. Film serisine hayranlık duyduğum LOTR'u okumak, filmi kitaba bağlılığı açısından değerlendirebilmek ve detaylara hakimiyet kazandırması açısından değerliydi. İlk yorumum film serisinin gerçekten çok başarılı olduğuna…devamıÇok sevdiğim birinden gelen özel bir hediyeydi bu yüzden okumak bana ayrıca bir keyif verdi.
Film serisine hayranlık duyduğum LOTR'u okumak, filmi kitaba bağlılığı açısından değerlendirebilmek ve detaylara hakimiyet kazandırması açısından değerliydi. İlk yorumum film serisinin gerçekten çok başarılı olduğuna bir kez daha kanaat getirdim. Bazı farklar ve görmek istediğim detaylar olsa da sinema açısından yapılabilir olanın en iyisini yapmışlar.
Film ve kitap farklarına değineyim:
- biricik elf lembasım Legolas aslında sarı saçlı değil siyah saçlıymış
-froduyu yaralandıktan sonra nehirden geçiren elf, Arwen değil Glorfindel'miş. Açıkçası bu değişiklik bence güzel olmuş. Glorfindel'i o florasan ışıltısıyla görmek isterdim ama filmde Arwen'i bir sahne olsun fazla görmek de hoşuma gidiyor.
-merry ve Pippin filmde gösterildiği kadar salak hobbitler değiller. Evet bazı acemice hataları var ama aslında son derece güçlü, cengaver ve akıllı hobbitler.
-Elrond divanında yüzük kardeşliğinin toplanışı filmdeki gibi davetle olmuyor. Bu 9 kişi tesadüfen Elrond un yanına geliyor ve kardeşlik bu şekilde toplanıyor.
-Tom bombadil filmde yok, olsa güzel olurdu bence onu izlemek hoşuma giderdi.
-Aragorn'un kılıcı anduril, eski adıyla narsil, savaş esnasında değil daha öncesinde dövülüp teslim ediliyor hatta muhtemelen Elrond tarafından dövülüyor.
-kral Theoden filmde savaştan kaçan bir kral gibi gösteriliyor ama aslında tam tersine büyük bir şevkle savaşıp ordularını yönetiyor. Filmdekine göre çok daha akıllı bir adam yani.
-eowyn kitapta daha sert yüz hatlarına sahip biri olarak tasvir edilmiş ben biraz daha maskülen bir eowyn izlemek isterdim açıkçası
-Faramir kitapta da babasıyla arası kötü olarak anlatılmış ama filmde daha fazla yansıtılmış bence bu durum.
-filmde eowyn ve Faramir şak diye evleniyor nerdeyse ama kitapta aslında şifa evlerindeyken beraber çok vakit geçiriyorlar. Bu bölümü okumak hoşuma gitti.
-saruman'ın ölümü filmdeki gibi olmuyor. Saruman bizimkilerin insafıyla serbest bırakılıyor ve sonra shire'ın başına bela oluyor. Hobbitler savaştan sonra evlerine döndüklerinde shire 'ı shire olmaktan çıkmış bir halde diktatörlükte yönetilirken buluyorlar. Çok büyük olmasa da bölgesel anlamda bir savaş veriyorlar ve saruman burada ölüyor. Yine grima tarafından öldürülüyor.
-Pippin ın oğlu Faramir ile sam ın 2.kızı altın bukle evleniyor. Sam Frodo elf diyarına gittikten sonra onun yerine 6 kez belediye başkanı seçiliyor ve sonra o da bir yüzük taşıyıcısı olarak yelken açıyor.
...
Spoiler içeriyor
Çizgili pijamalı çocuk'un yazarı ve yine Hitler Almanya'sı... Pierrot annesi Fransız, babası Alman asıllı kendini "Fransız" olarak tanımlayan bir çocuk. Ailesiyle beraber Paris'te yaşıyor. Babası savaş gazisi. Ve o dönemlerde henüz TSSB (travma sonrası stres bozukluğu) bilinen bir hastalık değil.…devamıÇizgili pijamalı çocuk'un yazarı ve yine Hitler Almanya'sı...
Pierrot annesi Fransız, babası Alman asıllı kendini "Fransız" olarak tanımlayan bir çocuk. Ailesiyle beraber Paris'te yaşıyor. Babası savaş gazisi. Ve o dönemlerde henüz TSSB (travma sonrası stres bozukluğu) bilinen bir hastalık değil. Askerlerin gördüğü ve yaşadığı şeyler yeterince önemsenmiyor. Pierrot'un babası, teşhisimde yanılmadığıma emin olmakla beraber bir TSSB hastası. Annesiyle arası kötü. İkisinin arasında şiddetli bir geçimsizlik var. Küçük çocuğumuz Pierrot ise bu aile manzarasında büyüyor. Annesini çok seviyor, babasına hayran ama henüz çok küçük ve olanlara anlam veremiyor. Bir köpeği ve Yahudi bir arkadaşı var. Arkadaşı konuşamıyor. Onunla işaret dili kullanarak anlaşıyorlar.
Hikaye böyle başlamışken Pierrot un babası kendini tren raylarına atarak veya düşerek ölüyor. Annesiyle yeni bir hayatta başlamışken bu sefer de annesi tüberkülozdan ölüyor. Küçük pierrotun kimsesi kalmadığını bilen Yahudi arkadaşı ve annesi onu evlerine alıyorlar ancak Fransa karışmaya başlıyor. Yahudilere karşı kötü eylemler gerçekleşiyor ve Hitler etkisi baş göstermeye başliyor. Zaten zor durumda olan kadıncağız pierrot bir Alman olduğu ve Yahudi olmadığı için ona bakamayacağını anlıyor ve onu bir yetimhaneye veriyor. Pierrot yetimhanede arkadaşlıklar ediniyor ve birtakım zorbalıklara da maruz kalıyor. Bir süre orada kaldıktan sonra halası Beatrix pierrotun başına gelenleri öğreniyor ve onu Almanya'da kahya olarak çalıştığı köşke aldırıyor.
İşte burada pierrot'un hayatı değişiyor. Evde çalışan hizmetçiler, kahya halası, şoförler herkes evin sahibi "beyefendi" Den çok korkuyor, bir dediğini iki ermiyorlar. Pierrot ismi bir Fransız ismi olduğu için ve Hitler almanyasında bu isim uygun görülmeyeceği için halası piorrota Pieter ismini kullanmasını ve Yahudi arkadaşıyla mektuplaşmaları konusunda dikkatli olmasını söylüyor. Küçük Pieter henüz 7 yaşında ve olan biteni pek anlamıyor. Evde üniformalı askerler görüyor onlara büyük bir hayranlık ve saygı duyuyor. Aklından zaman zaman "zorbalığa uğrayan kişi olmak yerine bir zorba olmak nasıl olurdu? " Sorusu geliyor. Halası onu bu tür düşüncelerden uzak tutmaya çalişırken küçük Pieter değişmeye başlıyor. Evin "beyefendisi" Hitler ın ta kendisi çünkü.
Hitler ve Pieter çok fazla vakit geçirmeye başliyorlar. Hitler ona küçük nazi üniformaları alıyor ayak işlerini yaptırıyor, siyaset konuşuyor yani aslında beynini yıkıyor. Minik Pieter bir gruba ait olmanın eksik baba duygusunu bulmanın etkisiyle Hitler almanyası fikrine kapılmaya başlıyor. Neyi desteklediğini bile bilmezken neredeyse fanatik bir hale geliyor. Sevgi dolu küçük piorrot annesinin fransızlığını, Yahudi arkadaşını tamamen yok sayar bir hale geliyor.
Halası ve köşkün şoförü Hitler'i durdurmak istiyorlar ancak elbette ki bu planları gizli yapıyorlar. Pieter ı hesaba katmayarak.. Hitler'e düzenledikleri suikastı ele veren Pieter yüzünden hem halası hem şoför kurşuna diziliyor. Bu olan biteni camdan izleyen Pierrot bir daha asla Pierrot olamayacağını biliyor. O artık Pieter. Gerçek bir Alman (!)
Süreç boyunca Pieter ın canileşi işleniyor. Kaba, düşüncesiz açıkçası tam dayaklık bir şey oluyor. O kadar iğrenç şeylere kalkışıyor ki... Bu işlere kalkışırken bi o kadar da salak. Hitler ve hitlerciler Yahudilere işkence planları yaparken pietera not tutma işi veriyorlar. Gaz odaları tasarlanıyor ancak bu odalara lafta "banyo" Diyorlar. Pieter duruma o kadar uzak ve beyni yıkanmış ki "banyoda neden su yok?" Diye soruyor.
Hitler Almanyası dağılınca herkes çil yavrusu gibi dağılıyor tabi. Ne hikmetse bizimki ben bi şey yapmadım ki moduna giriyor. Gerçekten dayaklık bi yaratık.. Neyse henüz küçük diye sinirlenmeyeceğim. Zamanla aklı başına geliyor çalışıyor ediyor eski Yahudi arkadaşını buluyor hikayesini anlatıyor o da eskiden olduğu gibi hikayesini yazıyor.
Leyla ile Mecnun'un hayatımda gerçek anlamda yer kaplayan bir yönü var. Samimiyeti ağlarken güldürmesi, her şeyiyle benim için çok özel bir dizi. Bu yazıyor olduklarım daha çok exxen versiyonu için. Bu versiyonun eskisini tutmayacağını düşünüyordum beklediğim gibi olmadı. Yine sevdim.…devamıLeyla ile Mecnun'un hayatımda gerçek anlamda yer kaplayan bir yönü var. Samimiyeti ağlarken güldürmesi, her şeyiyle benim için çok özel bir dizi.
Bu yazıyor olduklarım daha çok exxen versiyonu için. Bu versiyonun eskisini tutmayacağını düşünüyordum beklediğim gibi olmadı. Yine sevdim. Hatta itiraf etmek gerekirse Ezgi dışında en sevdiğim Leyla bu Leyla oldu.
Mecnun'un ilk hali ve son halini düşününce içimi bi hüzün kaplıyor. Sadece yaşlanmak değil, paslanmak, hissizleşmek gibi bir şey bu. İlk, gerçek Leyla'yla olan hali o kadar başka o kadar farklı ki. Ne zaman kendine yeni bir Leyla arasa biraz daha eksiliyor biraz daha uzaklaşıyor kendinden.
Gerçek Leyla'yı o kadar sevdi o kadar özledi ki bi türlü bir başkasını kabul edemedi aslında. Bile bile lades gibi ısrarla başkalarını sevmeye çalıştı.
Leyla mecnun benim için hiçbir zaman bu iki karakterden ibaret olmadığı için izlemek yine de keyifli oldu. Sadece erdal bakkal için bile izlerdim. Kendisi benim en sevdiğim karakter. Evet zor biri, evet yer yer bencil ama her zaman dürüst ve olduğu gibi biri. Benim için bir insanda bulunabilecek en önemli özelliklerden biri bu. Hatta belki en önemlisi.
Uzatmak istemiyorum unutup unutup tekrar izlemek isterim.
Spoiler içeriyor
MUHTEŞEM BİR FİLM! uzun zamandır bu kadar iyi bir film izlememiştim öve öve bitiremeyeceğim. Öyle ki en sevdiğim filmlerden biri oldu Azrail yaşamı deneyimlemek ister ve ödünç bir bedenle insan hayatını tadarsa ne olur? Yemeklerin tadı, dünya manzaraları, aşk... Brad…devamıMUHTEŞEM BİR FİLM! uzun zamandır bu kadar iyi bir film izlememiştim öve öve bitiremeyeceğim. Öyle ki en sevdiğim filmlerden biri oldu
Azrail yaşamı deneyimlemek ister ve ödünç bir bedenle insan hayatını tadarsa ne olur? Yemeklerin tadı, dünya manzaraları, aşk...
Brad Pitt, Anthony Hopkins ve ilk kez izlediğim Claire forlaninin dupduru güzelliğiyle seyir zevkine doyamadım. Güzellememe oyuncularla başlamışken devam edeyim. Brad Pitt hayranı olmamama rağmen, oyunculuğundan dolayı hakkındaki fikirlerim değişti diyebilirim. Acemi, utangaç, geri planda güçlü bir figür bu kadar iyi hissetirilebilirdi. Joe ya bayıldım. Susan'a ise 2 kat fazla bayıldım. Aman allahım bu nasıl bir duru güzellik, ne zarafet ne dinlendirici bir kadın diye diye filmi bitirdim. Claire Forlani'nin oyunculuğuna ayrı güzelliğine ayrı düştüm. Hatta düştüm bence çok amiyane bir kelime, daha doğru ifade büyülendim olacak. Filmin ilerleyen sahnelerinde Joe ve susan arasındaki tutku muazzamdı, veda sahnesinde susan'ın Joe ya esas kimliğini soracakkenki titreyişi, o korkusu.. Sırf o sahneyle bile oyunculuğun kitabını yazar.
Senaryo, diyaloglar, görsellik.. A dan Z'ye çok başarılıydı. Susan'ın adalı hastası ve Joe arasında geçen diyalogdan ve ekleyeceğim birkaç tanesinden etkilendim. "Dünya gelip geçici bir yer, buradan çektiğimiz iyi manzara fotoğraflarıyla ayrılıyoruz, ben yeterince manzara biriktirdim" Gibi bir diyalog vardı. Edebi tarafı o kadar kuvvetli ki, bu konuda kaç divan şiiri yazıldı sayısını bilmiyorum. Ölüm teması çok iyi işlenmiş. Bu dünyadan memnun ayrılmak göründüğü kadar kolay değil. Biz insanlar için hatalarımızı, keşkelerimizi pişmanlıklarımızı geride bırakıp yeni bir sayfa açmak zor. Kendimizi, yaşantımızı gelip giden insanlarla beraber kırmadan kırılmadan idare ettirmek zordan da öte. Susan ve babasının partideki veda diyaloğunda tam da bundan bahsediyorlar. Aşkla, tutkuyla geçen bir ömürden pişmanlık duyulmaz. Bu muhabbet Joe nun gidişi üzerine kurulu olunca daha da bir manidar. Sevdiklerimiz her zaman bizimle kalmıyor, bazen gidiyorlar bazense biz gidiyoruz. Cafedeki Joe nun dediği gibi "ilişkiler sonsuza dek sürmeyebiliyor" Bunu söyleyen cafedeki Joe, daha sonra azrail kimliğinde susan'ı sonsuza kadar seveceğini söylemedi mi? Peki neden? Tek sebep farklı kişiler olmaları değildi. İnsanlar ve ilişkiler bitebilir, sevgi varken bile şartlar gereği yürümeyebilir ancak geriye sevmiş olmak ve manzaralar yine de kalır.
Çok beğendiğim birkaç diyaloğu daha yazmak istiyorum. Bill ın karşısında azrail bile olsa bir kız babası oluşu, kızı konusundaki hassasiyeti hoştu. Aşkın hakkını vermek için gelip geçici bir tutkudan çok güven, sorumluluk, duyguların ve seçimlerin sorumluluğunu almak ve hayatının kalanını onlara uygun geçirmek, en önemlisi de aşkın nesnesi olan kişiyi incitmemek. Bunlar Bill'in sözleri. O kadar doğru ki. Aşk yalnızca bir duygu patlaması değil, sorumluluk ve güven de demek. Bunları es geçmek gerçek bir aşk hikayesi sunmayabilir. Bunun dışında sevilen kişiyi tanımak ve tüm kötü yönleriyle bilmek de var. Tıpkı Allison ve eşinin ilişkisi gibi. Allison demişken ben ondan da bahsetmek istiyorum. Kendisini çok sevdim. Babasını memnun etmeye çalışan o hali beni biraz üzdü, susanın daha çok sevildiğini biliyor oluşu ve bill ın bunu hiç reddetmeyişi benim bile kalbimi kırdı. Bunu öyle olgun öyle güzel karşıladı ki Allison un önünde eğilinirdi. Babasının susan a bakarken gözlerinin parladığını ancak kendisine bakarken "yine ne isteyecek bu kız" Diye düşündüğünü söyleşi beni yine bir kez daha incitti ancak doğruydu. Babasının veda etmek için susanı arayışı ona sarılışı bir başka.
Her neyse sona gelecek olursam "ölüm ve vergiler" Kısmı beni güldürdü. Filmde olmasını istediğim her unsur vardı yani. İlaveten son sahnede kafam karıştı. Susan cafeden bahseden Joe ya bakarken esas Joe ya baktığı gibi bakmıyordu sanki farkı anlamış gibi bir hali vardı. "Keşke babamı tanısaydın" Demesi de her şeyin farkında olduğunun bir kanıtı.
İçimi döktüğüme göre bitirebilirim. Bu filmi unutmayacağım artık en sevdiklerimden.
Hem Jennifer Anniston hem Adam Sandler çektikleri bu filmle sadece dalga geçmiyorlarsa ben de bir şey bilmiyorum. İkisi de kariyerlerinin ve gençliklerinin zirvesindeyken muhteşem komedi yapımlarında yer aldılar şimdiyse bu şöhretin dibini sıyırıyorlar ancak yapımın kalitesiyle değil isimleriyle. Murder Mystery…devamıHem Jennifer Anniston hem Adam Sandler çektikleri bu filmle sadece dalga geçmiyorlarsa ben de bir şey bilmiyorum. İkisi de kariyerlerinin ve gençliklerinin zirvesindeyken muhteşem komedi yapımlarında yer aldılar şimdiyse bu şöhretin dibini sıyırıyorlar ancak yapımın kalitesiyle değil isimleriyle.
Murder Mystery 2 nin çıkmasının sebebi senaryonun kurgunun iyiliği değil aksine berbat bir kurgu, neredeyse parodi izliyor gibiydim. Tutmasının sebebi bu iki yıldız oyuncu. Ne yalan söyleyeyim ben de onlar için izledim zaten. Başka oyuncular olsaydı merak bile etmezdim.
Sonuç olarak çerez kategorisi için bile zayıf kalmış beğenmedim.
Finaline geldiğim bir güzel dizi daha.. Komedi beklentisiyle izlemeye başlamıştım ancak yer yer dram, varoluş sancılarıyla dolu; diyalogları hatta monologları çok çok iyi yazılmış bir dizi. Sırf bunun için bile tekrar izlemeyi düşünebilirim. Bojack, alkolik, dağınık, kararları konusunda aceleci -hatta…devamıFinaline geldiğim bir güzel dizi daha..
Komedi beklentisiyle izlemeye başlamıştım ancak yer yer dram, varoluş sancılarıyla dolu; diyalogları hatta monologları çok çok iyi yazılmış bir dizi. Sırf bunun için bile tekrar izlemeyi düşünebilirim.
Bojack, alkolik, dağınık, kararları konusunda aceleci -hatta bu şekilde yazmaya gerek yok- özetle nevrotik biri. Kendini sevemiyor, yaptıklarından gurur duymuyor, kötü bir çocukluğu var ve sürekli onay arıyor. "Mükemmel" diyebileceğimiz biri değil. Buna rağmen ben dahil birçok insan bojacki sevip sempati besliyor. Bunun sebebi hatalarından gerçekten pişmanlık duyup zaman çözmeye çalışan bir tavrının olması. Özellikle son 2 sezonda gerçekten çabalayan bir bojack vardı. Başa çıkış stratejileri işlevsellik konusunda tartışılır olsa da çaba görmek güzeldi.