‘Adanmışlık, sadece umutsuz bir duygusallıkla, akılsızca kendini öldürmek gibi bir şey değildir. Bundan çok farklıdır. Adanmışlık en muhteşem şekilde sonsuza kadar yaşamaktır. İnsanlık ancak bu saf adanmışlığa bağlı kalarak ölümsüz olur. Fakat adanmışlık için bir kılık da gerekmez. Herkes bugün,…devamı‘Adanmışlık, sadece umutsuz bir duygusallıkla, akılsızca kendini öldürmek gibi bir şey değildir. Bundan çok farklıdır. Adanmışlık en muhteşem şekilde sonsuza kadar yaşamaktır. İnsanlık ancak bu saf adanmışlığa bağlı kalarak ölümsüz olur. Fakat adanmışlık için bir kılık da gerekmez. Herkes bugün, tam şu anda oldukları şekillerde kendilerini adamalıdır. Çapa yapan biri, çapa yaparkenki haliyle adanmışlığını göstermelidir. Kendin hakkında sahtekar olamazsın. Adanmışlıkta ertelemeye izin verilmez. İnsanın her anı, her dakikası adanmış olmalıdır.’
Kitap; İkinci Dünya Savaşı sonrası döneminde günlerini kendinden utanmakla geçiren bir gencin (tarla kuşunun) hastalandığı için hastalıkları zihinsel yöntemlerle tedavi eden bir sağlık dojosuna gönderilmesi üzerine, herkesin takma isimler kullandığı bir sanatoryumda ilginç bir hasta ve hastabakıcı topluluğuyla geçirdiği günleri mektup aracılığıyla arkadaşına anlatışıyla başlıyor.
Savaş ve atom bombası sonrasında japon halkının psikolojisini ve savaşın onlar üzerindeki etkilerini de çok merak ediyordum, savaş sonrası yaşanılan buhranı ve birey - toplum ilişkisini çok iyi yansıttığını düşünüyorum.
Kitabın konusu ise.. yok sanki, tam olarak bir konuya sahip değil anı-günlük-mektup temalı ilerliyor, tabii anlatım tarzı ve mektup şekilde yazılmış olması kitabı daha ilgi çekici ve akıcı kılmış. İnsan ilişkileri, edebiyat, yer yer siyaset, toplum ilişkileri, aşk gibi bir çok konu üzerinden ilerliyor, özellikle aşkta sade davranışlar ve karmaşık düşünceleri bir araya getiren, kadın-erkek ilişkilerini Dazai'nin bakış açısından izlemekse çok keyifliydi.
Ölüm bitiş olmasından korktuğumuz için yeni, ama bilinmeyen bir başlangıç diyerek avunduğumuz belki hiçlik belki gerçekten yeni bi hayat, farkında olmadan kayboluş, belki de düşünce olarak havada asılı kalmak, bilemiyorum belki de yaşamak için yanlış çağda varolmanın verdiği bi ağırlık bu ruhumdaki. Bu yüzden hiçte yabancı gelmedi bu düşünceler, aksine umut verici buldum.
Belki de umut verici olan yalnız olmadığımı hissetmekti, hiçte bilemeyeceğimiz yerlerde belirsiz zamanlarda aynı duyguları paylaşmış, aynı düşüncelere çıkmış olduğumuz insanların varlığının düşüncesiydi. O yüzden kitapta ölümü arzulayan genç bir adamın kalbinde umut kırıntılarını aradım, bu yüzden kitap benim için en güzel yerinde sona erdi.
Bu yazar sayesinde japon edebiyatıyla tanıştım, okumaya devam ettiğim müddetçe de yeri bende hep ayrı kalacaktır.
Yazarın intihar ettiğini hatırladıkça kitabın her cümlesi daha bi anlamlı geldi ana teması olan umut bende o kadar acı tatlı bir his bıraktı ki sırf bu düşünce yüzünden, yazarı okumak ölümü sürekli anımsamak gibiydi, eserindeki ikilemleri ise bir yandan ölmeye direnip yaşamaya çalışmak diğer yandansa buna çokta değmez ölümü kabullenmek gerek(yazar için aslında zamansız kabullendirmekte diyebilirim) sanırım yazarın en çok bu yanını sevdim, o ikilemde kaldığı ne yere ne de göğe sığan halleri, yaşamak isterken her an uçurumdan atlamak üzere olan gri karakterleri, elbette bu belirsizlik (belirsizliği sevmeyen ben gibi) okuyucuyu bile yıpratacak kadar ileri seviye de, fakat bu şekilde seviyorum yazarı yıpranmayı göze alacak kadar ilgi çekiyor kitaplarını okumak, bana kalırsa Dazai’nin kalemine alışkın olanlar umudun ve umutsuzluğun birlikte işlendiği bu kitabı çok seveceklerdir.
İnsanlığımı yitirirken’e göre daha bi umut dolu buldum yazarı, hatta mektubun yazarı ve yazılan kişi arasındaki muhabbetin bile yer yer gülümsettiğini söyleyebilirim.Onun dışında kiraz çiçeği odasındaki diğer öğrencilere de çok daha iyimser bir yaklaşım var. Her kitabının nedense aynı karamsar havada olacığını düşünüyordum, bu halini de ayrıca çok sevdim.