"Anladım ki Sanat Allah'ı aramakmış" diyen Necip Fazıl'ı okurken tüylerim diken diken oldu. Birçok sebebi var bu etkilenişimin. Kimisi eserde saklı, kimisi bende... Hayran kaldım böylesi bir metin yazmaya girişilmesine... Ne cesaret! Yaşam ile ölüm arasını böyle bir soyutlukla doldurmak...…devamı"Anladım ki Sanat Allah'ı aramakmış" diyen Necip Fazıl'ı okurken tüylerim diken diken oldu. Birçok sebebi var bu etkilenişimin. Kimisi eserde saklı, kimisi bende... Hayran kaldım böylesi bir metin yazmaya girişilmesine... Ne cesaret! Yaşam ile ölüm arasını böyle bir soyutlukla doldurmak... Buhran yaşayan bir meczûpun ruhunu acımazsızca açmak... Bir kez daha, bir kez daha metafizik bir okyanus içinde okuyucuyu sarsmak...
Necip Fazıl, bir adam yarattı. İsmi, Husrev. Ona kendi yaşamının çilelerinden birini verdi. Beyni; ölüm, sanat, yaratıcı, var olmak, yok oluş düşünceleriyle birbirini yiyordu. Böyleydi Husrev. Ve Husrev de bir adam yarattı; sanatı hayattan kopuk sanmıştı, ayrı bir dünya bellemişti. Adeta kendi eserini vücuda getirmekle bir Tanrı edası takınmıştı. Eserinden bağımsız yaşayamadı Husrev. Çünkü kendinden kaçamamıştı. "Ölüm Korkusu" piyesi tam olarak kendi hayatını yansıtıyor ve belki de yansıtmaya devam edecekti. Aklını yitiriyordu Husrev; boşuna Meczup denilmedi kendisine...
Yeryüzünde sanat bir taklitten ibaret midir? Sanatçı kimse (insan) gerçekten yaratıcı mıdır? Kimdir yaratıcı? Biraz din eğitimine dönecek olursak Subiti sıfatlar arasında "Tekvin" yer alır. İnsan da Allah'ın bir kulu olarak bir şeyi yapabilme, var edebilme gücüne sahiptir (Teknoloji, eserler, binalar vb.) yani yaratıcılıktan ufakça nasibini almıştır. İnsan bu sıfatla neler meydana getirdi, neler... Fakat eserini meydana getirmiş bu insan nasıl var oldu? İnsan sonsuz bir ırmak denizinde mi yüzüyor? Sonu yok mu bu yaşamın? Yaratıcısı kim bu insanın? Tek cevabı var: Allah. "Allah gâyedir. Her varılan şeye Allah denilir mi?" diyor Husrev. Allah'a doğru yol almak vardır, varmak değil diye de ekliyor...
Yaşadığımız dünya da özünde bir simülasyon değil midir? Bir yolculuğa çıkıyoruz ve zirvesine (yahut dibine) doğrudan ulaşamıyoruz. Ellerimizle tutamıyoruz. Eserde, bir noktada Husrev cinnetinin doruklarındayken Allah var mı? diye basitçe soruyor... Sonra mantıklı bir şekilde kendisi cevaplıyor, bu suali. "Görünmüyor, görünmediği için var"... Beni düşündürdü Husrev, Putlara baktığımız zaman, ne zavallı durmuyorlar mı? İnsan elinden çıkmış, heykelcikler... Onlar da varlar. Ama hiç onların varlığı Allah'ın varlığı ile bir olabilir mi? Eserdeki bir replikle daha açık hale getirmek istiyorum:
"Allah gâyedir. Her varılan şey gâye olabilir mi? Yollar uzun, yollar sonsuz, yollar açık... Bilerek bilmeyerek Allaha doğru yol olmak vardır, varmak yoktur. Varabildiğimiz hiçbir şey, hiçbir ufuk Allah değildir. Allah sonsuzluktur. Hiç sonsuzlukla boy ölçüşmek olur mu? Hiç adetler, milyonlar ve milyarlar sonsuzlukla yarışabilir mi?"
İşte Necip Fazıl, işte Üstad olmayı her türlü hak eden bir adamın eseri "Bir adam Yaratmak". Biraz da eserin dışına yönelelim. İlk defa 1937'de sahnelenmiş ve Husrev'i Muhsin Ertuğrul canlandırmış: Türk tiyatrosunun batılı anlamda kurucusu. Kitabın bitiminden sonra Necip Fazıl'ın bu eseri nasıl yazdığına dair birkaç notu karşılıyor bizleri. Muhsin Ertuğrul ile aralarında geçen şu sohbet sanki "eseri ben yazacakmışım gibi" gururumu okşadı:
M.E: Niçin bir piyes yazmıyorsun?..
NFK: Nâzım'ın Kafa Tası var ya...
-O başka... Sen neden yazmıyorsun?
-Yazarsam Oynar mısın?
-Beğenirsem oynarım.
Piyes yazarlığına başlamasına sebep bu an ile birlikte "Tohum" u yazmış Necip Fazıl. Beğenilmeyince de içine dert olmuş... Bir zaman sonra kendi deyimiyle: "Bu defa gözü ve kulağı yakacak, ateşle dolduracak bir piyes" meydana gelecektir: Bir Adam Yaratmak... Bir buhranı konu edinmişti neticede ve gerek Husrev'i sahnede canlandıran Muhsin Ertuğrul gerekse biz seyirci ve okurlar, ateşimiz yükselmişçesine bu buhranın tanıkları olacaktık...
Çok büyük bir eser; herkes kendince anlamlar çıkaracaktır, bu edebiyatın vazgeçilmezidir. Fakat yine herkes, öz olarak kemâllerin kemâli Allah'tan geldiğimizi ve yine ona döneceğimizi, esas sanatçının Allah ve eser denilenin de zaten Bizler olduğumuzu, bu yüzden bizim "sanatçı"lık üstlenerek yarattığımız her unsurun yine bizden parçalar taşıyacağını, kendimizden ve dünyamızdan kaçışın mümkün olmadığını muhteşem bir sanatkârane üslupla işlendiğini gözden kaçırmamalı...
Teşekkürler Necip Fazıl Kısakürek, Nur içinde yat. Ve siz raf üyeleri, teşekkür ederim incelememi okuduğunuz için.