Merhabalar. Bu platformda kayıtlı 1000. Filmim. Bu listeye eklemediğim ya da çıkardığım filmler oldu tabii ama bu platforma güzel, yakışır ve değerli, ya da tam tersi durumda olan filmleri eklemek istedim. Eklemediklerimi hala bende soru işareti bıraktığı için zamana bıraktım…devamıMerhabalar. Bu platformda kayıtlı 1000. Filmim. Bu listeye eklemediğim ya da çıkardığım filmler oldu tabii ama bu platforma güzel, yakışır ve değerli, ya da tam tersi durumda olan filmleri eklemek istedim. Eklemediklerimi hala bende soru işareti bıraktığı için zamana bıraktım her zamanki gibi :)
Evet filme gelirsek; bu filmin bir roman uyarlaması olduğunu vurgulamam önemli bir nokta. Çünkü bazı değerlendirmelerimde roman uyarlamalarının hem iyi hem de benim için kötü olan yanlarını belirtmiştim. Boyalı Kuş filminin tam net bir uyarlama olmadığını söylemek daha doğru olur. İlk olarak romanından bahsetmek istiyorum. Bu romanı okuduğumda sanırım lisedeydim. O zaman böyle bir kitabı okuduğumda 2.Dünya savaşının bir toplum üzerinde bıraktığı etkiyi, ırkçılık kavramlarını henüz bilmediğim için çok olağanüstü yaşamıştım. Yazarımız Jerzy Kosinski’nin dili oldukça açık, akıcı ve can atıcı kadar gerçek ve çok sağlam. Romanda geçen olaylar o kadar açık şekilde açıklanıyor ki çocuk kahramanımız bu olayların acısını yaşayamayan, hissedemeyen ve kendi yaşam mücadelesini sürdürme içgüdüsüyle cesetlerin kıyafetleriyle, onlardan kalan yiyeceklere hayata tutunmaya çalışmasını okuyoruz. Hatta ölmek üzere kıvranan kendi yaşlarında bir çocuğun daha son nefesini vermeden ayaklarından ayakkabılarını çıkarıp giydiğini görüyoruz. Daha açık detaylar vermek isterim ama sinematografik anlatımdan bahsetmek istediğim için bunları şimdilik saklamak iyi olur.
Fareler ve İnsanlar filminin uyarlaması açısından hem iyi çok iyi hem de çok kötü bir şey olduğundan bahsetmiştim. Burada karakterlerin romanlarda zihnimizde yaşatmanın daha tatlı olduğunu ve uyarlamasının da buna göre iyi veya kötü olduğunu belirtmiştim. Burada kötü olan kısmın uyarlamadaki her şeyin kitapla aynı şeylerden bahsedilmesi olmuştu. Bunun açıklamasını sinematografiyle uyuşmaması ve farklı bir beklentiyle filmi izlemek istediğim için olduğunu ifade etmek isterim. Boyalı Kuş filmi, kitaptaki anlatılanları tamamen kameranın gözüyle anlatıyor. Yani sinema dili... Filmin çok sağlam bir sinematografisi ve özgün bir bakış açıyla çekildiği daha ilk sahneden belli oluyor. Bu çok hoş. Çünkü kitabını zaten okuduğum bir filmin aynısını izlemek çok doğru değil gibi hissediyorum. Filmin yönetmen tarafından oluşturulan prolog sahnesiyle başladığını ve sinematografik alegorinin anlatımına fayda sağlayıcı kavramlarının iyi kullanılması bizde merak unsurunu oldukça tetikliyor. Filmin içeriğinden çok bahsetmek istemiyorum çünkü yaşanan olaylar o kadar çirkin ki anlatmaya dilim varmıyor. Fakat kavram olarak karşılaşacağınız birkaç şeyden bahsedebilirim. Bu kavramlar; realizm,egoizm,narsizm,komünizm,nazizm,naturalizm,erotizm,seksizm,kapitalizm,faşizm,sosyalizm,sosyloji, fazlasıyla psikoloji,pedofili, ilkelliğin üst seviyelerde olması sebebiyle antropoloji ve birçok kavram. Bu kavramlar en belirgin işlenenler ve en çok etkisini hissettiğimiz kavramlar demek çok yerinde bir ifade olur. Yönetmenimizin bir kavramı da çok yerinde kullandığını belirtmek gerek. Din ve hristiyanlık... Kitabı çok uzun zaman önce okudum ama dinin çok fazla işlendiğini kitapta fazla hatırlamıyorum. Alegorik anlatımı ve çelişkiyi vurgulamak için birçok sahnede Haç sembolü bolca kadrajda gördüğümüz anlatımlar. Bunlardan birisinde haç sembolüne bakan karakterimizin bu haçın üstünde Hazreti Meryem’in resminin asılı olduğunu görmesi... Oldukça etkili bir anlatım. Bu resmi birkaç sahnede daha görüyoruz. Bu kavramın kullanılması da filmin başında bolca gördüğümüz küçük gaz lambaları görüntüleri ve karakterimizin yüzüne vurması ile uyuşuyor. Filmin siyah beyaz olarak çekilmesinin de bir tezatlık olduğunu vurgulamak gerek. Basit bir alegorik anlatım olarak görülse de bir sahnede bir kuşun kanatlarının boyanması ve doğaya salınması, burada bir kuş sürüsünün boyalı kuşu paramparça etmesi ve kuşun ölmesiyle toplumun yüzüne ayna tutabilmek, bunu basit gibi görünen harika bir metafor kullanımı ile gerçekleştirmek o kadar anlamlı ki...
Sonuç olarak yine aynı yere bağlanıyor konu. Sıkıcı ve ağır ilerleyen filmler olarak değerlendirilen 2.Dünya Sineması’nın, Hollywood’un yapmacık, içi boş ve yüksek bütçeli filmlerinin yerine kendi düşüncelerimizi sorguladığımız, karakter psikolojileri üzerine kafa yorduğumuz filmler, bizim cebimizdeki paraya değil zihnimizde oluşan önyargıları ve benliğimizi sorgulayan filmlerden oluştuğunu tekrar ifade etmek gerek. Her Hollywood filmi tabii ticari amaçla çekilmiyor ama her filminde emperyalizmi sonuna kadar hissediyoruz.